Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Çetao Nadir Yağan
Soyadlarımızı Çerkesleştirelim
02 Haziran 2010 Çarşamba Saat 20:13

Soyadı,bir insanın kimden doğduğunu ve nereden geldiğini söyler ve ilke olarak hiçbir kaçış yolu bırakmaksızın bir aidiyet tayin eder kişiye. Hem geçmişi görmezden gelmek için bir kaçış yoludur hem de ulusal türdeşlik ilkesini seçen Türklerin durumunda olduğu gibi bir ulus inşa yöntemidir aynı zamanda. 

Bilindiği gibi 1920'li ve 1930'lu yılların Türkiyesi , gayrimüslim unsurları koparılmış yerli Anadolu halklarına iyi kötü eklemlenmiş Balkan ve Yunanistan muhacirleri ile Kafkas muhacirlerinden oluşuyordu. Halk nezdinde gerçek bir tartışma ve tabandan gelen bir talep olmaksızın  reformların kelimenin tam anlamıyla yukarıdan dayatıldığı Jakoben  bir devrimle soyadı kanunu bu halklara dayatıldı.  

Türk ulusu yaratma projesine tarih, dil, yer-yurt isimleri ve soyadlarından  başladılar.Türk sembolleri, büyükleri ve tarihsel simaları bol bol kullanıldı soyadı dağıtımında. Diğer halkların, diğer inanç mensuplarının diğer dil mensuplarının kendi sözcükleriyle isim ve soyadı almaları olabildiğince engellendi. Orta Asya Türklüğüne gönderme yapan Oğuz , Timuçin, Orhun, Hun, Aytekin, Gültekin, Oğuzhan, Metehan, Gökalp, Alper Tunga, Yavuz, Ertuğrul vs. özellikle Türk erkek  isimleri toplumda bollaştı. Türk olmayan halklara Öztürk, Aktürk, Türkoğlu, Cantürk, Kantürk, Şentürk, Özbek, Aslantürk vb. soyadları verildi. 

Çoğu kişi ve ailesi için soyadları  gerçek coğrafya ve soyağacı aidiyetlerini, kendi özelliklerini yansıtmayan  bir anlamı olmayan geçmişi hatırlatmayan somut bir tecrübeyi ifade etmeyen herhangi bir bilgi birikimi içermeyen bir haldeydiler. Bu halkların geldikleri yeni topraklar üzerindeki varlıklarını meşru kılan mesajlardan başka bir şey değildiler. 

Hayır, yararlı bulduğumdan değil zararsız bulduğumdan da değil dayatmacı bulduğumdan söylüyorum neden bir Yürekliarap, Ulukürt, Özlaz, Kahramançerkes, Yiğitgürcü soyadlarına  rastlamıyoruz?  

Aynı ırk, aynı  inanç, aynı dil, aynı mezhep yaratma mücadelesi değişik yöntemlerle devam etti. Bir ulusun varlığı için kendine ait coğrafya, kendine ait bir tarih, arı-duru bir dil artık mevcut sayıldı. Bu sanal kurgu için fikir adamları, bilim adamları harekete geçirildi. "Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal, Türküz, göğsümüz tunç siperi Türk'e durmak yaraşmaz,Türk önde,Türk ileri " marşlarıyla yürüyüp durdular bu adamlar.. Tarihte Türklere ait ne varsa Türklerin rol aldığı hangi toplumsal hareket veya devlet varsa araştırıp bire bin katarak kitaplara aktardılar. Koca bir şanlı tarih, büyük dil yarattılar. Folklorik çalışmalarla halk ağzından yeni sözcükler derlediler.. Destanlar, mitolojiler, söylenceler kitaplaşmış bir ulusal edebiyat yaratılmış, ulusun inşası için ne gerekiyorsa yapılmıştı. 

Türk halkı adına yapılan belki gerekliliği tartışılır  şeylerdi bunlar  ama  farklı unsurlar bu süreçte uyutuldu. Yapılan şey  düpedüz  devlet eliyle yasal ayrımcılık ve kötülüktü .  

Adına okul denen ve minicik beyinleri presleyip tek tip yurttaş prototipine dönüştürmeyi hedefleyen kuluçka makinelerinde öyle bir Türkleştirme politikası uygulandı ki kim Kafkas göçmeni kim Balkan  kim Arap kim Kürt kim Türk kimse tanınmaz hale geldi. Kendilerince yabancı saydıkları yerli unsurları Türkiye’den yestehleyerek bir kısmını da asimilasyon denilen beyaz katliama tabi tutarak azalttılar, toplumu  homojenleştirdiler.  Civciv fabrikasinin paketleme servisindeki hepsi birbirinin aynısı binlerce gri civciv gibi olduk. 

Hepimizin tedrisatından geçtiği eğitim kurumlarında  görev; eğitmek, analitik düşünmeyi, ötekini sevmeyi, anlamayı, en azından anlamaya çalışmayı öğretmek değildi. İlk yılından son saniyesine kadar  sadece Türklüğün üstünlüğü konusunda beyin yıkamak, her konuya ezberden cevap verebilecek  her şeyi düşünmeden bilebilecek “minik Ülküler ve Cumhurlar “ yetiştirmek ve onları itaatlerine göre sicillendirip çeşit çeşit sınavlarla  seçkinler piramidinin en tepe noktalarına kadar çıkarmaya çalışmaktı.Çerkes, Kürt,Laz da neymiş cumhuriyetin temel değerleri batılılaşma, dinsel bağnazlığı yurt sathından kazıma falan fıstıktı.   

Kısacası  cumhuriyet Türkiyesinde topluma fabrikasyon kimlik üretilmeye çalışılmıştır. Yalnız prototip aynen Cemal Aga'nın talimatıyla üretilen devrim otomobili gibi belki bir yüz metre daha gidip bir daha çalışmamak üzere stop etmek üzeredir. Bizzat kendim bu sistemin üretim hatalarından biriyken işte o yüzden itiraz etmeliyiz diyorum bizi böyle ucubeye çeviren kültürel hegemonyaya. 

Diaspora  Çerkesi  en azından haksızlığa maruz kalmış  bir halkın bireyi gibi davranmalı, diasporanın dilinden düşmeyen şu meşhur “dik duruş” u sergilemek, yok oluşa direnmek, Çerkesleşmek istiyorsa önce soyadlarını resmen değiştirmelidir. Türkiye’de de kralın kimliğini dikkate almayarak eğer üstünde elbise yoksa “kral çıplak” diyebilmelidir. Yaşamda dayatılan yanlışların, haksızlıkların kader olmadığını,  başka türlü bir yaşamın da olanaklı olabileceğini düşünen her insanın zorunlu olarak başvurduğu bir eylemdir hayır demek.

İnsaflı bir yönetime sığınarak Çerkesliği korumanın hayal olduğunu anlamalıyız. Bilmeliyiz ki gerekirse sokaklara dökülüp  açık ve net bir şekilde  talepler dillenmedikçe ve ısrar edilmedikçe muktedirler  bildikleri gibi  davranacak bizim yakaran bakışlarımıza gülüp geçeceklerdir.

Haksızlığın, asimilasyonun güvencesi olan “ soyadları Türk dilinden alınır “ gibi  mevcut yasalara Süryaniler gibi davalar açarak hayır demek, onlara karşı mücadele etmek bilinçliliğin, Çerkesleşme isteğindeki samimiyetin göstergesidir. Bu konuyu  görmezden gelmek, sorgulanması gereken kötü bir niyetin ve aidiyetin göstergesi olmayabilir ama zamanı gelmişken  yanlışa hayır deme cesareti gösteremeyen bu ikili karaktere çok fazla güvenemiyorum.

Soyadlarının Çerkesleştirilmesi için Türkiye’nin heryerinde toplu davalar açmak ulusal bilinci yükseltecek  bir girişim olur . Zira soyadı değişimi, bir geçiş ayininin varlığına işaret eder. Bu değişim kişinin kendisini kişi olarak temsil ettiğini düşündüğü ismin türüne sahip olmak istediği ve eski isminin temsil ettiği türe artık mensup olmak istemediği anlamına gelir.Kendisine sunulanı irdelemek, sorgulamak, görünenin ve sunulanın ötesine geçebilmesi demektir kişinin.

Özgür düşünebilen  öznelere dönüşmemiz elbette kolay değil. Ancak cumhuriyet yılları boyunca yaşanan deneyimlerin artık neyi istemediğimiz konusunda çok az insanımızda bile olsa kalıcı bir bellek ve bilinç yaratmış olması potansiyel bir kazanım olarak görülebilir. Yeniden Çerkesleşmenin daha özgürlükçü temellerde yeniden inşa edilmesi ve dönüştürülmesi artık on  yıl öncesi  kadar zor gözükmemekte.

Çerkesleşmenin çözümü ne bağımsızlık ,özgürlük gibi uzak ideallere sarılıp havarileşmekte ne de burjuva demokratik cumhuriyetin uslu vatandaşı olmayı kabullenmekte yatıyor. Geçmişimizin  görmezden gelinmesi  kolaycılığına itibar etmeden de şimdideki geleceği örmek mümkün. Ulus devlet projesinin tarihsel dayanaklarını yitirmeye başladığı Türkiye’de siyasal ve kültürel reformlar talebiyle  iktidara eklemlenerek bir ulus kategorisi olmayı onaylatmak Çerkes  bireyinin çelişkiler yumağına dönüşen güncel sorunlarına bir nebze çözüm gücü üretebilecek bir rotadır.

Bütün bu gerçeklikleri en ince detayına kadar düşünmeyi özellikle de yaşadıkları ülkeyi sorgulamayı görev saymayan kişiliklerin Çerkes halkına doğru bir perspektif açacağına inanmam oldukça güçtür. Her Çerkes  öznenin demokrasi  ekseninde oluşturacağı özerk  örgütlenmeler ağıyla dayatmacıların altını oyacak bir radikalizmi beslemek, hayatın tüm taraflarına  yayılan bir dönüşümün sıradan/gündelik hayatın tüm cephelerinde açılacak bir uyanışın fitilini ateşlemek olur.

Sürgün ve soykırımın kabul ettirilmesi, anavatana dönüş, Çerkesya ideali gibi toptan kurtuluş reçetelerine  bağlanmanın yanısıra, kadınların, gençliğin, aynı meslek sahiplerinin, köylülerin, metropollerde tutunamayan mağdur Çerkes  bireylerinin kendi cephelerinde özerk örgütsel yapılarla sivil itaatsizlik ve direniş kültürünü kitleselleştirmeleri, yıllara yayılacak olan politik  savaş sürecinden daha kalıcı kazanımlar yaratabilir.

. “Devrim’i satın alamazsınız Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzda ya hiçbir yerde…”Ursula Le Quin.

Uyanışı  hızlandırmak, çelişkileri derinleştirmek adına bulduğumuz her  uyanış  mevzisini doldurmaya delice koşmalıyız..“Direnmek yaratmaktır” diyordu filozof Gilles Deleuze; yani olmasını gerekeni bir yana bırakıp yapılması gerekene geçişi sağlayan sayısız deneyimi   geliştirmek lazım.Yarın halk olarak şimdi olduğumuzdan daha iyi durumda olmak için bugün bunu yapıyorum gibi gelecekteki  hedef için uygulamaya konacak  eylemsellikler aramak gerekir.

Direniş politikamız bir şimdiki zaman politikası olmalıdır. Şimdiki zamanı üstlenmek bizi gelecek zaman projeleri geliştirmekten alıkoymaz. Tersine bizi yanılsamalı gelecek yabancılaşmasından kurtarır, yeniden yoğunlaştırılmış bir şimdiki zamanın her bir anında inşa edilen somut bir geleceği üstlenmemizi sağlar. Hayatı değiştirmek, dünyayı dönüştürmek sadece sanal platformlarda tartışan uzmanların tekeline bırakılamaz.

Günümüzde yeni muhaliflik reel yaşamın ötesinde sanallıkta yer almaktadır. Oysa değişimin  militanları ya da kendi kendilerini öncü devrimci ilan eden yurtseverler haklı olduğuna hükmedilmiş davaların bekçileri, şimdiki zamanın içinde yalnızca gelecek bir zamanın izlerini aramak için yaşamamalıdırlar. Bizler bugün daha ziyade direnmenin birçok biçiminin bir arada bulunduğu bir tarihsel momentteyiz. Filmin sonunu bilmeden yaşamak, hareket etmek zorundayız.

Soyadlarımızı Çerkesleştirmek, kimliğimize anayasal güvence talep etmek, ulusal kişilik sahibi olmayı istemektir. Çerkes insanının  kendisiyle geçmişiyle ve bugünüyle  hayatla yüz yüze gelmesidir. Kendi hikâyesini, kişiliğini, kimliğini, varoluşunu ve köklerini arayanların bir başkaldırısıdır. Sorgulama,silkinme, hesap sorma, özelestiri, kendine dönme , değişim zincirinin ilk halkasıdır. Hani sosyal bilimlerin bir kimlik araştırmasına girdiklerinde sordukları; ‘Sen kimsin, nesin,amacın ne, niye buradasın, nereden geldin nereye gidiyorsun?’ sorularını kendine sorabilme ve bunların yanıtlarıyla hesaplaşabilmesidir.  

Belki biraz da tedirginlik demektir. Çünkü insanın bütün dikkatini kendi  dünyasına daha önce farkına varamadığı bir yöne çevirmesidir. Kişi, daha önce bu derinlikte fark etmediği bazı şeyleri fark eder. Acı da hissederek bu yeni durumdan etkilenerek önce kendini anlar, kendi halkının yararına değişmesi gerektiğini bilir ve kendini değişimin eşiğinde bulur.

Fark etmenin insanı bir değişimin eşiğine getirmesi ürkütücü gelir. Halkının hayatı yaşama biçiminin değişikliğe uğrayacak oluşu; yeni düşünceler, yeni sorumluluklar  önce tedirginlik uyandırır. Çünkü değişiklik sorumluluk getirecektır. Sorumluluk, hayatımızda sahip olduğumuz devamlılık ve bütünlük duygusunu bozar. Ancak bir değere bir gerçeğe varılmak isteniyorsa bu tedirginliği yaşamak zorundayız.  

Ulusal kişiliğini kaybetmiş  olan bir Çerkesin, halkının ulusal  sorununun çözümüne soyunması, bir yabancının merhamet göstererek zulme uğrayan bir halkın, bir etnik grubun zulümden kurtulması için onun sorunlarına eğilmesi ile aynı tandansta olur.  

Çerkes’i sürgün ve soykırımla siyasallaştırmak kadar  siyaseti pratik hayatımızda da yaşamsallaştırarak, dil ve davranış kodlarımız dönüştürülmelidir. Bu dönüşümden doğacak ivme ile  Çerkesler için yeni bir dünya tasavvur etmek temel kalkış noktamız olmalı.

Her devletçi, statükocu makama  yıllarca kadro ve kitle desteği sunmuş bu kumral halkın uyanış çağrılarına  kulak kabartması bu ulusal varlığımızı tehdit eden labirentlerden çıkmanın kapısı rolünü oynayabilir.

Başka bir dünya mümkün ama dünyayı kendi halkı lehine değıştirmek isteyen Çerkes önce kendini değiştirmelidir.

İnsanın sadece katıksız insan olmasıyla tatmin ve mutlu olduğu,  her insanın her insani çığlığı etinde, ruhunda hissettiği herkesin herkesle kimliksiz anlaşabildiği ve kimlik göstermediği, insan soyuna ait olmanın insanı mutlu olmaya yettiği özgürlükçü bir dünyanın inşası öncelikle bütün dayatılmış  kimliklerin ateşe verilmesinden geçer. Bireyin kendisine zorla kabul ettirilmiş olan ve sayesinde iktidarın işlediği kimlikleri reddetmesiyle başlar.


Bu yazı toplam 3664 defa okundu.





Bu yazıya yorum eklenmemiştir.
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net