Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Dr. Kurmel Ömer Aytek
SOÇİ 2014’ÜN YAMAN ÇELİŞKİSİ - TRAVMA
25 Şubat 2014 Salı Saat 22:52
SOÇİ-2014’ÜN YAMAN ÇELİŞKİSİ 


Soçi-2014 bir yığın çelişkisi ile geride kaldı. Masrafların 2007’de öngörülenin dört katına çıkması, insan hakları ihlalleri, Çerkes halkının sesine kulak verilmemesi ve çevre katliamı ile ilgili çok şey yazıldı ve söylendi. Ben, bir yandan halkların kardeşliğinden dem vurup, diğer yandan Çerkes halkına klasik oryantalist nazarla bakmanın yarattığı derin çelişkiye işaret etmek istiyorum.

Bilindiği gibi Soçi-2014’ün resmi anlatısı halklar ve ülkeler arasında dostluk, anlayış idi. Bu mesaj şekilsel olarak Olimpiyat ruhuna uygundu. Ayrıca, Soçi’nin çok-etnikli yapısının altı çizilerek oyunlar için ideal bir seçim olduğu mesajı da verilmişti. Soçi kentinin çeşitliliği vurgulanmıştı ama Çerkes halkından hiç bahsedilmemiş, ayrıca Soçi’nin öncelikle Kafkasya bölgesine ait olduğu gerçeğinin üzerinden atlanarak “Soçi Rusya’nın mikrokozmudur” imajı çizilmek istenmişti. Bu sistematik bir inkar politikası idi.

Soçi-2014 özelinde ortaya çıkan çelişkinin kökleri Rusya tarihinin derinliklerine dayanıyordu. Çarlık dönemi boyunca, farklı kültürlere, dillere ve dinlere dayalı bir toplum olmak ile Ruslaştırma arasında hep gerilimli bir ilişki olagelmişti. Bolşevikler 1917 sonrasında bir süre için Büyük Rus şovenizmini mahküm etmiş olsalar bile Stalin’den itibaren emperyalist proje sürdürülmüştü. Resmi ağızlar halkların kardeşliği dese de Rus halkı “eşitler arasında birinci” idi.

SSCB’nin varisi Rusya Federasyonu’nun resmi ideolojisi çok-ulusluluk (mnogonatsionalnost) politikası üzerine oturmuştu. Rus milliyetçilerinin dışlayıcı etnokültürel russkii kimliği karşısında yurttaşlığa vurgu yapan ve tüm halkları kapsayan rossiiskii kimliğinde ısrar edilmişti. Edilmişti edilmesine ama, Kremlin çok-ulusluluğun içini evrensel çok-kültürlülük tanımından farklı biçimde dolduruyordu. Batı tarzı çok-kültürlülük başarısız bulunuyor, Rusya deneyiminin özgünlüğüne işaret ediliyordu. Putin bir yandan Rusya’nın çok-uluslu bir devlet olduğu ve öyle kalması gerektiğini savunurken, diğer yandan Rus halkının ve kültürünün bu benzersiz uygarlığın bir arada tutulmasında öncü rolü oynayacağını dile getiriyordu.

Çelişkinin tepe noktası, Kremlin’in Çerkes halkını kavrayış biçimi idi. Olimpiyat programı ile bağlantılı olarak Soçi Sanat Müzesi’nde ziyarete açılan “Çerkesler’in Geleneksel Kültürü” sergisini ele alalım. Sergilenen objeler kıyafetler, silahlar, el işleri, müzik aletleri ve takılardan ibaretti. Soykırımın tanınması kampanyası, Soçi-2014’ün boykot edilmesi çağrısı ve iki ateş arasında kalan Suriyeli Çerkesler’in anayurduna geri dönememesi gibi hassas konulara sergide yer verilmemişti.

Klasik oryantalizme uygun olarak Çerkesler gururlu erkekler ve egzotik, güzel kadınların toplamı olan asil ama vahşi bir halk olarak algılanıyor, bu şekilde tanıtılıyordu. Sanki Çerkesler kolonyal savaşlar ve sürgün gibi trajediler yaşamamıştı. Sanki yaşadığı acıların dünya kamuoyu tarafından tanınması için kampanyalar düzenlememiş, çağrılar yapmamıştı. Çerkes halkının imajı folklore indirgeniyor;  sömürgecilik tarafından sakatlanmış tarihinin ve onun doğurduğu eşitsizliklerin üzeri örtülüyordu. Öteki durumundaki Çerkes vahşi ve arkaik olarak tanımlanınca, öz konumundaki Rus uygar ve ilerici oluyordu.

“Etnik çeşitliliğe” izin vermenin tek koşulu ötekinin gerçeklerden uzak, politikadan soyutlanmış, steryotipe dayandırılmış olarak tasvir edilmesi ve ana akımı sıkıntıya sokmaması idi.

Ülkelerin kazandığı madalyalar ve sporcuların kırdığı rekorlar bir yana, bence Soçi-2014’ün özeti bu yaman çelişki idi.


***

TRAVMA       

Amerikalı eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski “Büyük Satranç Tahtası” (1997) adlı kitabında, Sovyetler Birliği’nin iki hafta içindeki ani çöküşünün Rus halkı üzerinde yarattığı travmayı analiz etmişti.

Ruslar tarih boyunca Batı Avrupa tarzında bir ulus-devlet tanımından bilinçli olarak uzak durmuş, onun yerine devletlerine ulus üstü, yayılmacı ve mistik bir Rus Ülküsü (Russian Idea) misyonunun aracılığı rolü atfetmişlerdi. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle bu cihanşümul misyon yerini ulusal ölçekli bir devlet anlayışına bıraktı.

1992 yılının ilk gününden itibaren Rus halkı artık kıtalararası bir imparatorluğun efendisi değildi.
Rusya’nın sınırları Kafkasya’da 1800’lerin başına, Orta Asya’da 1800’lerin ortasına ve en acı verici olanı batıda kabaca 1600 yılına dönmüştü. Kafkasya’nın kaybı Türkiye ile ilgili kaygıları kamçılamış,
Orta Asya’nın kaybı İslami meydan okumanın yanında muazzam doğal kaybına sebep olmuş, Ukrayna’nın bağımsızlık ilanı ile Rusya’nın pan-Slavizm davasındaki öncü rolü tehlikeye girmişti.

Asırlarca Çar imparatorluğu’nun,75 yıl boyunca Sovyetler Birliği’nin hükmettiği devasa alanda şimdi 52 milyon nüfuslu Ukrayna’dan 3.5 milyonluk Ermenistan’a kadar irili ufaklı bir düzine devlet vardı. Bu yetmezmiş gibi, bu “yabancı” ülkelerde milliyetçi elitlerin insafına kalmış 20 milyon etnik Rus yaşamaktaydı. Rusya dünyanın iki süper gücünden biri olmaktan çıkmış, nükleer kapasiteye sahip bir Üçüncü Dünya ülkesi haline gelmişti.

Rusya’nın canını en çok acıtan, batıdaki geleneksel etki alanının daralması oldu. Ruslar Baltık bölgesini 1700’lerden beri kontrol ediyordu. Oysa Riga ve Talin limanlarının ellerinden çıkmasıyla şimdi Baltık Denizi’ne erişimleri de güçleşmişti. Moskova, epey Ruslaşmış olan Belarus’ta siyasi iklime egemen olsa da milliyetçi duygular burada da canlanabilirdi. Başta Polonya olmak üzere Orta Avrupa’daki eski Varşova Paktı üyeleri NATO ve AB ile yakınlaşıyordu.(Soğuk Savaş döneminde Petersburg (Leningrad) şehri ile en yakın NATO ülkesi arasında 2.000 kilometre vardı.1999’da Estonya’nın NATO üyesi olmasının ardından bu mesafe 160 kilometreye indi.—ÖAK)

En çok sıkıntı veren kayıp Ukrayna idi.Rusya, Ukrayna sayesinde emperyal bir güç haline gelmişti. Ukrayna’nın bağımsızlığı Rusya’yı jeopolitik açıdan tehdit etmekle kalmıyor, Rus halkının siyasi ve etnik kimliğini de yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılıyordu. Rusya Karadeniz’deki dominant konumunu kaybediyordu. Oysa eski günlerde Odesa limanı Rusya’nın Akdeniz’e ve dünyaya açılan kapısı işlevini görmüştü.
 Baltıklar ve Polonya’yı kaybetmiş olsa bile, Ukrayna’yı elinde tutan Rusya hala emperyal bir güç olabilirdi. Ama Ukrayna’nın kaybedilmesi halinde Rusya’nın Avrasya imparatorluğu daha az Slav, daha çok Asyalı bir profil çizebilirdi. Ayrıca, Ukrayna diğerleri tarafından örnek alınan bir ülke idi.Sovyetler Birliği’nin dağılmasında Ukrayna öncü rol oynamıştı. İleride de benzer bir rol oynaması mümkündü.

Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmesi Rusya’nın bazı noktalarda güneydoğu sınırlarının 1.600 kilometre kuzeye çekilmesi anlamına geliyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması Asya’da % 20 oranında bir toprak kaybına,45 milyon civarında da bir nüfus kaybına sebep olmuştu.

Ve Uzak Doğu. Sovyet imparatorluğun dağılması burada toprak kaybına yol açmasa da,Rusya kendini tehlikeli bir durumun ortasında buldu. Asırlar boyunca siyasi ve askeri alanlarda Çin Rusya’nın gerisinde kalmıştı. Ama aradaki farkı kapatarak öne geçmeyi başaran Çin Rusya ile sınır bölgelerini kolonize edebilirdi. Rusya’nın Uzak Doğu ve Orta Asya’da uğraması muhtemel kayıpların sebep olacağı zarar Ukrayna’nın kaybını geride bırakabilirdi.
Geçmişte Rusya, Avrupa’nın gerisinde kalmasına rağmen Asya’nın önündeydi. Ama o zamandan bu yana Asya çok daha hızlı gelişti. Rusya bugün artık “modern Avrupa” ile ”geri Asya” arasında olmak yerine,”iki Avrupa”nın ortasında tuhaf bir yerde duruyor.

Rusya yakın zamana kadar batıda Avrupa’nın kalbine, doğuda Güney Çin Denizi’ne uzanan mülki bir imparatorluğun kurucusu ve ideolojik bloğun önderiydi. Şimdi ise dış dünyaya rahat erişimi olmayan ; batı, güney ve doğu sınırlarında komşularıyla sorunlar yaşayan sıkıntılı bir ulusal devlet konumunda. Sadece yaşanmayan ve erişilemeyen buzlarla kaplı kuzey bölgesi jeopolitik bakımdan güvenli görünüyor.

Sahi, bu kitap 1997 yılında yazılmıştı değil mi ?


Bu yazı toplam 6617 defa okundu.





Meretuko Melih

Aytek abi, biz ilk göz ağrısı olduğu için circassian.center siteyi takip ettiğimizden bu sabah bu yazıyla karşılaştım. Bilmek isteyebilirsin diye yazayım dedim.
Gördüğümüz gibi attığınız taş göldeki kurbağaları ürkütmüşe benziyor.
Çerkesya diye bir ülke olmadığını yada kurulamayacağını yine bağıra bağıra söylüyorlar, hemde gururla.
Bilmiyorum bu adamlar bu yazıları yazmak için efendilerinden ne kadar alıyorlar? Tam da görmek istemediğimiz bir gerçek bu yazının arkasından sırıtıyor; Biz Çerkesler, karşımızdaki düşmanlarımıza değil içimizdeki düşmanlara yenilmişiz.
Bir halkın satılmışları bu halkın yüzüne bak baka nasıl bu sayfalarda sırıtabiliyor? Kişisel olarak ben anlayamıyorum. Fakat siz sahibinin sesine kulak asmayın. Gidilen yol doğru olduktan sonra bırakın kurbağalarda kendi bataklıklarında vıraklayıp dursunlar.

http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/280-bilgic.htm

05 Mart 2014 Çarşamba Saat 11:34
hapi cevdet yıldız

Sn. Kurmel,
2014- Soçi Olimpiyadı ve buraya götürülen Çerkeslerin ikili karakterini - folklorik, savaşçı- vahşi sergileme, soykırım ve sürgünü yok farzetme- mükemmel karikatürize ettiniz. Teşekkürler...

Rusya, Sovyetler Birliği ve bu birlik bağlamında Ukrayna'nın belirleyici rolünü; Ukraynasız bir Rusya'nın emperyal gücünün eksik kaldığını güzel vurguladınız.

Şimdiki Rusya'nın batıda, Orta Asya ve Uzak Doğu'da gerilemeye, güç kaybına uğradığını ve konjonktürel durumu ilginç bir biçimde analiz ettiniz.
Sanırım şimdi yapılması gereken şey, bu analiz sonucu geleceğe yönelik projeksiyonları sunmanız olmalı.
Saygılar.

01 Mart 2014 Cumartesi Saat 15:05
Meretuko Melih

Aytek abiyi, açılımı tahmin ediyorum İKKYD olan dernekten ve Yediyıldız dergisinden hatırlıyoruz. Hepimiz o zamanlar Çerkesliği boz bulanık tanımladığımız ve gördüğümüz için birleşikçiydik. Şimdi doğru bir düzlem ve doğru bir tanımlamayla Çerkes meselelerine yaklaşmış görünüyoruz. iyi ama neden bu kadar geç keşfettik kendimizi? Neden en son sıra bize geldi? Yanlış hatırlamıyorsam, o dernek ve dergi çıkarken Abaza Selimiye, Oset Alan Okmeydanı, Çeçen hatta Dağıstan dernekleri çoktan kurulmuştu. Neden böyle bir fedakarlık için kendi milli harç ve siyasetimizi harcadık?

01 Mart 2014 Cumartesi Saat 11:15
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net