İnsanlığın ve uygarlığın nefes aldığı günden günümüze, “İnsanın insana ettiğini, hangi canlı yapmıştır ki?” Bir düşünür “İnsan insanın kurdudur” dememiş boşuna. Baştan sona beyaz sayfaları, karanlık renklere boyayan bir canlı olmuş insan.
Bugünün Rusya coğrafyası da tarihin en karanlık sayfalarını yaşamış ve o defterleri dipsiz bir kuyuya fırlatıp atmış ve unutmuştur. Çarlık Rusya’sı demir pençesi altında hem Rus halkını, hem de egemenliği altına aldığı onlarca halkı inletmiştir.
Dünyanın en büyük trajedisini yaşamış halklardan olan Çerkesler, Çar despotizminin, savaş, kıyım ve sürgün politikalarının en büyük kurbanı olmuşlardır. Çarlık rejiminin, Kafkasya halkları üzerindeki uygulamaları ve sonuçları o kadar ağır oldu ki bu halklar hem nüfuslarının önemli bir kısmını soykırım ve sürgün ile yitirdiler, hem de doğal gelişim süreçleri baltalandı. Ve Çerkesler kuşkusuz diğer Kafkas halklarına göre, tüm yurt coğrafyalarını yitirmiş ve etnik temizliğe uğramış oldular.
Bu o denli zorlu, yıpratıcı ve uzun bir savaştı ki… O denli ağır ve yıkıcı sonuçları oldu. Bugün şöyle bir dönüp dışarıdan bakanlara, geçmişi çok eski dönemlere dayanan bir halkın geride bıraktıkları, silik, soluk ve bulanık bir bilgi birikiminden başka bir şey yokmuş gibi görünür. Oysa durum böyle midir?
Yitik bir halkın çocukları, üzerinde görülen her türlü toz, kir ve pasa rağmen, temiz bir bezle üzeri silindiğinde parıldayan bir piyano gibi kültürel/ dilsel/ geleneksel değerleri bir çırpıda ortaya çıkabilmektedir.
Çerkes halkı korku tünellerinde pişirildi, vahşet manzaralarında, işkenceler uygulandı, nüfuslarının en dinamik, en umut vadeden unsurlarını yitirdi, dünyada cehennemleri yaşadı ve yaşadıklarından büyük bir travma öyküsü ortaya çıktı.
Rus tarihçi Sulujiyev şöyle yazıyordu; ”…Dağlılar (Çerkesler) teslim olmuyor diye biz başladığımız işten vazgeçecek değildik. Silahlarını almak için Dağlıların (Çerkeslerin) yarısını yok etmek gerekiyordu. Soykırıma giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana kaçıyordu. Bunların çoğu gezici (seyyar) birliklerimiz tarafından bulunuyor, genellikle de öldürülüyorlardı.”
A.Ş. Puşkin ise şöyle yazıyordu;”…Çerkesler bizden nefret ediyor. Onları özgürlüğün hüküm sürdüğü uçsuz bucaksız, yemyeşil topraklarından attık. Köyleri harabeye döndürüldü. Kabileler toptan yok edildi…” Üstelik Puşkin bunları Çerkes soykırım ve sürgününün uygulandığı 1864’ten 28 yıl önce 1836 yılında söylüyordu.
Yine A.P. Berge de benzer şeylerden söz ediyordu;”…Novorossiyski (Ts’emez) koyunda 17 bin kadar Dağlının (Çerkesin) toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. O duruma, Hıristiyan da, Müslüman da, Ateist de olsa dayanamaz. Rus tarihinin yüzkarası olan bu acı sayfa, Adığe(Çerkes) tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri, tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”
Çerkesler yaşadıkları bu olumsuz süreçlere rağmen, yüz elli yıl geçmesine rağmen çok güçlü kültürel ve dilsel dinamikleri sayesinder hâlâ varlıklarını sürdürebilmeyi başarabilmiştir. Çerkesler, sürgün ve katliam süreçlerinin etkilerini üzerinden atmayı hâlâ başaramamıştır.
Anayurtlarından uzakta kendilerine yeni bir yaşam ve yeni bir düzen kuran bu insanların dördüncü, beşinci ya da altıncı kuşakları bugün Ortadoğu ve Avrupa’nın farklı coğrafyalarında doğuyor farklı kültürlerle tanışıyorlar ve burada, farklı dillerde eğitim alıyorlar. Farklı soylardan insanlarla karışıp, değişik geleneksel değerlerle kendi değerlerini birbirlerine katıştırıyorlar. Yine de acı geçmişi, kendilerine karşı yapılan soykırımı, sürgünü, ülkelerinden uzaklaştırılmış olmalarını unutmadılar ve akıllarının bir köşesinde yaşatıp durdular. Bu durumu besleyen en önemli faktör; Çarlık despotizminden, başarısız Sosyalizm denemesine, oradan da Rusya Federasyonu sürecine uzanan uzun dönemler boyunca Çerkeslerin sorunu hiçbir zaman çözülemedi. Bir parça Sovyet döneminde halkların kendi özsel gelişmelerine saygılı gibi duran bir anlayış baş gösterdiyse de, onu izleyen totaliter dönemler ve son zamanlarda da Putinizm ile beraber Çerkes sorunu giderek büyüdü, yara kanamayı sürdürdü.
Soykırım ve Sürgün evet belli bir dönemde yapıldı ve sonra sönümlendi ama, hiçbir zaman bitmedi. Aksine soykırım ve sürgün ile ilgili tüm işlemesi gereken hak ve hukuk kanalları kapalı tutuldu, Çerkes halkı üzerinde ağır bir baskı uygulandı, meydanlara dikilen soykırımcıların büstleriyle Çerkes halkı tahkir edildi ve aşağılandı. Ve her şeyden önemlisi Çerkeslerin geriye anayurtlarına dönüşleri her şekilde engellenmeye çalışıldı.
Bugün sadece Çerkesler için değil, dünyanın hangi köşesinde bir halka yapılmış zulümle karşı karşıya gelsek, duyarlı insanların yapacağı tek şey, özdeşlik kurmak olacaktır. Ve bu özdeşlik hali, sanki yapılan zorbalıkların kendimize yapılmışçasına hayıflanmaktan çıkıp, içimizde bir isyan ve direnişe dönüşür.
Doğunun İran, Çin, Türkiye gibi köklü ülkeleri, yani eski uygar ülkeler, bugün için, demokratik düzeyleri ve insana yaklaşım biçimleri ile geri ve ilkel özelliktedir. Rusya, doğulu bu ülkelerin arasında en batılı ülke imiş gibi durmasına rağmen, aralarında sayısız halka emperyal politikaların en büyük vahşet manzaralarını yaşatmıştır. Rusya geçmişle acil olarak yüzleşmeli ve geçmişte yaptığı hata ve yanlış politikalardan vazgeçmeli, ama nasıl?Fakat durun bakalım; bu ülkelerde bazı güzel gelişmelerde olmuyor değil? İnsanoğlunun durup da kaldığı ve buz kalıpları içinde donduğu bir süreç var mıdır? Olabilir mi?
Süreçleri hızla atlatabilen, sindirerek geleceğe yürüyen topluluklarda, sağlıklı bir gelişmeden söz edilebilir. Donmak tehlikeli bir yok oluş sürecidir ya da çarkların ağır ağır geriye doğru çalışması anlamına gelebilir.
Doğunun köklü imparatorluklarında son olanları bu şekilde algılamak gerekebilir. Bakınız Türkiye’deki demokratik gelişim süreçleri tabandan gelen bir ivmeyle tavana doğru yükselmektedir. Çin ise kabuğunu kırıp, dünyaya açılma süreçlerini hızlandırmaktadır. Ve İran içten içe kaynayarak gelişen bir rönesansın (!) ayak seslerini tüm dünyaya dinletmektedir…
Tüm bu gelişmeler her şeyin o kadar da kötü biçimde değişmediğinin ara durak sinyallerini vermektedir. Yani fazla umutlanmadan, ama tümüyle umutvar da olmadan, tünelin ucundaki ışığı şöyle bir “uzaktan göze tutmak” gerekmektedir.
Uygarlık yaratıcılarının başardığı önemli bir olgu; halkların nabzını tutmak diye adlandırdığımız şeyi çok iyi yapar onlar. Tümü ile ipleri ele vermeden, hafiften dokundurarak, istek uyandırmak. Asla şehvete kaçmadan(!)
Fakat bu alışverişte iki özne mi vardır? Bir özne, bir nesne mi vardır? Yoksa iki nesne mi? Çok tartışılır(!)
Yine de doğuda halen her tür hafifleme uygulamalarına rağmen devlet gücünü, ağırlığını koruyor. Osmanlı’dan beri Türkler için “Devlet ana” diye hitap gören, gerçekte dikta bir babadır devlet. Ve binlerce yıldır toplumun derinlerine kök salmış pederşahi iklim, ağır devletçi politikalarıyla öznenin, “asıl olan devletin bizzat kendi öz varlığı” olduğunu bize kanıtlamaktadır; “Söz konusu devlet ise gerisi teferruattır!” yani devletin bekası, insandan da, halktan da önde gelir.
Aynı durumun benzerlerinden farklı olmadığı açıktır. Çin’de, İran’da, Rusya’da her tür kendine özgü gelişim süreçlerine rağmen, insana, topluluklara, özel durumlara, istisnalara, diğerlerine bakışı Türkiye’den öyle çok da farklı değildir.
Çerkeslerle Rusya’nın arasındaki sorun, Türkiye’nin Kürtlerle olan sorunuyla benzeşmez. Her iki sorunda, etnik ve egemenlik sorunları altında değerlendirilse bile. Her iki tarafta da çözüm yolları mutlaka farklı olacaktır. Prensipte bir olsa da.
Nazilerin Avrupa’da uyguladığı Yahudi ve Çingene soykırımı ya da Rusların fail olarak katıldığı Katin trajedisini bugün insan olan herkes derininde hisseder. Bosna’da Müslümanlara, Sudan ve Nijerya’da Hıristiyanlara, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlara karşı yapılan imha savaşları vb. kıyımlar, insan yüreğini burkar. İnsan olmanın erdemi ve gereği budur.Ve yeryüzünün farklı ülke ve bölgelerinde yüzlerce facia yaşamış bulunan halklar kadar, Çerkes halkının acısını yüreğinde duymak için Çerkes olmaya da gerek yoktur. Sadece insan olmak yeterlidir.
Rus ya da bir başka kökenden de olsa, insani eğilimler ve çağdaş hukuk normlarını bilen ve uygulama iradesinde olan her hangi bir birey ve kurum, mutlaka bugün Çerkes Soykırımını ve “Büyük Sürgün”ü tanımalıdır.
Tarihte yapılmış böylesi bir acımasızlık, uygulayıcılarının torunları tarafından kabul edilmek bir yana, sorgulanmalı, açıkyüreklilikle kabul edilmeli ve özür dilenmeli idi. Henüz böyle bir dünya ve insanlık ile karşı karşıya değiliz. Dar bakış açısı, tarihsel düşmanlıklar doludizgin geliyor. Duyarsızlıklar, sertlikler ve baskıcı tutum süregeliyor. Karşısındakini yok saymak, saygı göstermemek aslında gerçekte insanoğlunun hayvanlıktan-insanlığa geçişinde ne kadar yol al(ama)dığını da kanıtlamaktadır. Bazı istisnaları olsa da!
Dönemin Rus yöneticileri ve askeri önderleri bugün yaşıyor olsalardı, Lahey’de yargılanan Sırp kasaplar gibi cezalandırılırdı. Oysa bugün işgal topraklarında, eski Çerkes ülkesi –Çerkesya’dan- geriye kalan Karadeniz kıyılarının mahzun kent ve kasabalarında, Soykırımcı Rus general ve üst düzey yöneticilerinin büstleri hala kent meydan ve bulvarlarında boy göstermektedirler. Çerkes ulusuna yapılmış tüm haksız ve canice uygulamalar, kahramanlıkla bir tutularak, soykırıma uğramış halkın çocuklarının yüreklerini kanatmayı sürdürmektedir.
Soçi Kış Olimpiyatlarının arkasında da bu gerçek yatıyordu. Soykırım ve sürgünün 150. yılında yapılan kutlamalar, sanki yüzbinlerce insanın canını alarak, uygarlık taşıdıklarını düşünenleri onurlandırır gibi gerçekleştirildi. Ve binlerce yıldır barış ve kardeşlik emellerine hizmet eden olimpiyatlar, kendi yurtlarını savunan insanları vahşi (!), gerçek vahşet uygulayıcılarını ise uygarlığın mimarlarına(!) çevirmişti.
Rus idaresi, Soçi Olimpiyatlarını; bir zamanlar çocuk, yaşlı ve kadın demeden imha ederek, Çerkesleri bu topraklardan çıkartmış olmalarının açık bir kutlamasına dönüştürüverdi. Karadeniz’in bu unutulmuş kıyılarınınm binlerce yıllık halkı ve ülkesi ise sonsuza kadar ölüm ve yok oluşa doğru itilivermişti.Olması gereken olmuyor her zaman. İnsanlar hangi şeyin doğru, hangisinin zararlı olduğu konusunda farklı düşünce, kanaat ve bilgilere sahipler. Bu farklılıklar, kişileri, toplulukları, kurumları birbirlerinden bağımsız kılıyor. Uyumun, birlikte yaşamanın ve barışın yolları da giderek bize uzak düşmeye başlıyor. Sonra bir dizi sorun arka arkaya geldiğinde, yıldızların uyumsuzluğu ortaya çıkıyor. Ve (sevgili) Mars karar veriyor. Sanki tıkıldığı delikten çıkıp emrediyor; “Savaşın!” diye.
Biz aslında uysal insanlar da Mars’ı kıramayacak kadar nazik varlıklar olduğumuz için, yeriz birbirimizi.
Gerçekte her sorunun bir çözüm yolu vardır. Hatta belki birkaç çözüm yolu. Ancak bu bazılarının işine gelmez ve askıda kalan sorunlar, sürekli kanayan bir yara gibi açıktan akmayı sürdürür, durur.Ne zaman taraflar yitirdiklerinin farkına varır, o zamana kadar.Rusya ile Çerkesler arasında, Soçi olimpiyatlarıyla küllenmiş sorunlar, gerginlikler, tekrar tekrar su yüzüne çıkmakta ve sorun giderilmediği sürece de çıkmayı sürdürecek.
Tarihi geri çevirme kabiliyeti bulunabilse, bazı olaylar hiç yaşanmamış olabilseydi, bugün Rusya’nın güneyindeki bu bölgede, 25.milyondan fazla nüfuslu ve 350.000.km2 genişliğinde özgür bir Çerkesya Cumhuriyeti yaşıyor olabilirdi.
Fakat olan olmuştur, tarih bir daha değişemez ve geri döndürülemez şekilde cereyan etmiş, binlerce yıllık geçmişe sahip bu özgün halk neredeyse dibinden budanmış ve kökleri örselenmiştir. Bir daha bir araya gelmeyecek şekil ve usullerde dağıtılmış, yok oluşun kucağına bırakılmıştır.
O zaman bu zamandır, Çerkes halkı hep ağlıyor. Gözleri ağlamasa bile, yürekleri…
O zaman bu zamandır, hep içlerinden konuşuyorlar. Diyalogu yasak ettiler ister istemez kendilerine.
O zaman bu zamandır, yaşayanlar ile ölüler arasında bir fark kalmamıştır.
Gerçi bu halk ölülerine de yaşayan muamelesi yapmıştır çoğu zaman… Fakat bu kez olanlar yaşayanlara ölü muamelesidir(!)
Şimdi Çerkeslerin arasından bazıları çıkmış biz yaşamak istiyoruz diyorlar!
Oysa yaşamak, gevşemek ne güzel! Kendine biçilmiş rollerde ve rotalar sınırında dolaşmak varken(!)
Bu gençlere de ne oluyor? Bu zamana kadar olan her şeyi sorguluyorlar!
Çerkes coğrafyasında yeni bir şeyler mi oluyor? Ya da olacak?
Yeni roller, yeni kartlar…. Hiç olmadığı kadar derinden gelen bir toplumsal tektonik hareketlenme… Ve olağanüstü dinamizm… Belki bugünleri beklerken, göbek çatlattı ama, hiçbir şey değişime engel olamayacak.
Burada Çerkes aydınları şöyle bir durup düşünmeli; manipülasyona gelmeden, seçenekler içinde en mantıklı, kendi toplumsal bünyesini ve gelişimini sağlıklı biçimde tesis ederken, insanlığın barış iklimine de zarar vermeyecek bir adım atabilmeyi başarabilirler mi?
Kısacası başkalarının değil, kendi rolünü, oyununu ve senaryosunu canlandırmak durumunda aydınlar. Kurgusu, soru/ yanıtları, metodolojisi, kronolojisi tamamen Çerkes ve Kafkas coğrafyasına uygun olan.
Böylesi bir durumda Almanya’dan, Yahudilere, Rusya’dan, Polonya’ya yaptığı özrün daha benzerini hatta büyüğünü istemekte Çerkes aydınlara düşüyor.
Rusya; Kafkasya ve Çerkesya’da yaptıklarından dolayı, bölge halklarından özür dilemeli ve uygulamaların tamiri ile bölgesel barışın yeniden imarı için yapıcı bir tutum sergilemelidir.
Tarihi geri döndürmek mümkün değildir. İstenmeyen durumların yeniden ortaya çıkmasını önlemek için özgürlükçü, demokratik ve sorunları çözümlemeden yana bir irade gerekmektedir. Bunun için tarafların karşılıklı olarak kendilerini savunma psikolojisi durumundan çıkartmaları, güvenlik ortamının sağlanması ve özeleştiri ile içten bir yaklaşım geliştirmeleri gerekmektedir.Şimdi Çerkes aydınlarının önceliği, Rusya Federasyonu hükümeti ve Devlet Duması’ndan bu özrü, tarihsel olayların hümanist ve objektif bir bakış açısıyla irdelenip komisyonlar kurulmasını beklemektir. Tabii beklerken boş durmamalı, sürece olumlu katkı verebilmek için neler yapılabilirin yanıtı aranmalıdır? Bu nedenle bizler, her zaman olduğundan daha fazla çözüm üretmek ve halkımızın önünü açacak şekilde hızlı hareket etmek iradesi göstermek zorundaydık. Ukrayna Meclisi ve yönetimine yapılan Çerkes Soykırım Ve Sürgününün Tanınması ile ilgili talebimiz de bununla ilgilidir. Uluslararası Çerkes Hareketi,bu talebi, Rusya'nın yıkılması ya da Rus halkının zarar görmesi için değil, fazlasıyla gecikmiş bulunan tarihi adaletin bir nevi tecellisinde Gürcüstan'dan sonra gelen ikinci adım olarak Çerkesya için değerlendirmiştir.
Unutmamalı; Eğer bir halk, kendini düşünmez ve inisiyatif almazsa, hiç bir halk, hiç bir kurum ya da hiç bir güç ona yardım etmez, etmemelidir de! Bir halk önce kendi kendine faydalı olacak işler yapmalı ve özgürlüğü hak etmelidir...
Çerkesler; kendi ulusal çıkarlarını gözetmek ve onurunu ayağa kaldırmak durumundadır. Yeter ki, demokratik, sivil, sosyal, hukuki mücadele zemininden kaymamak kaydı ile.
Haklı olmak yetmez, haklı zeminde, doğru yöntemler geliştirmek, doğru ve etkili araçlar bulmak zorundayız.
Nasıl ki bir bireyin psikolojik bütünlüğü üç katmandan oluşursa; Üstben + Ben +Altben, bir ulusun da bu tür katmanları olur. O katmanlar arasında bir denge tutturmak, yıkılmamak/ düşmemek için ne kadar gerekliyse, önce kendin olmak, yani bir ulusun önce kendisini düşünmek zorunluluğu vardır.
Çerkesler, dünya barışı, insanlık ve kardeşlik için, etik, sivil ve demokratik kuralları kendi içinde işletmelidir ancak, kendi ulusal, toplumsal, kültürel ve hepsinden önemlisi siyasal varlığını özgürce kurmalı, korumalı, geliştirmelidir.
Çerkesler, son yüzelli yıldır olageldiği gibi başka bir ulus(lar)un çıkarı için değil, kendi toplum çıkarlarını önceleyerek, yukarıda saydığımız prensipler çerçevesini zorlamadan yürüyüşünü sürdürecektir. Bundan daha insani, daha akılcı ve daha doğru bir yol var mıdır?