Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Hapi Cevdet Yıldız
Tihomirov Lev Aleksandroviç'in Anıları Üzerine Bir Ön Değerlendirme
30 Eylül 2014 Salı Saat 10:31

Tihomirov Lev Aleksandroviç (1852 – 1923) ünlü bir yazar. Çevirisini sunduğumuz ve Cherkessia.net sitesinde yayınlanan söz konusu  Anılar, bazı yorum ve açıklamaları gerektiriyor. O kanıdayım. Yazı/ Anılar, Çerkes felâketi, soykırımı ve sürgünü konusunda etkileyici bir tablo sunuyor. Olumlu bir yazı. Başka bir açıdan yazıda, genel resmin    flu kalmış bazı yönleri var. Yazar 1852 Ĥuĺıĵıy (Hulıjıy/ Gelencik) doğumlu. Demek ki, 1860’lardaki felâkete – bir köşesiyle de olsa – tanık olmuş biri. Ayrıca 1887 yılına değin anlatılanları birinci elden dinlemiş, dönemin tarihçisi Felitsin ile tanışmış, arşivlere,  Ṡemez (Novorossiysk/ Rusça anlamı ‘Yeni Rusya kenti') arşivine girmiş, belgeler toplamış. Belgeler devrim – 1917 devrimi olmalı - sırasında yok olmuş.

Bu yüzden yazar anımsadıklarını sunuyor. 'Olayların bir bölümü, gözlerimin önünde yaşandı' diyor.

Adıgeler bağımsız iken sınırlar-  1841 yılında Bağımsız Çerkesya (batıda 'Circassia'  yazısı ile gösterilen yer) - diğer yerler ise 1783 - 1878 yılları arasında yaşamış olan Kafkas ülkelerini, kesik çizgiler  de bugünkü devlet sınırlarını gösteriyor.

Biraz tarih bilgisi

1828 – 1829 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası Anapa,  Ṡemez ve Ĥuĺıĵıy (Gelencik) Rusların eline geçti. Ruslar Ṡemez’de Novorossiysk (Yeni Rusya kenti) adlı büyük bir liman, Hulıjıy’da (Ĥuĺıĵıy/ Gelencik) da bir deniz üssü inşa ettiler. Bununla da yetinmeyen Ruslar, istilâ amaçlı, güneye doğru, kıyı boyunca uzanacak bir askerî yol (Karadeniz kıyı hattı) ve karakollar inşaatına başladılar.

Ancak, doğuda Çeçenya ve Dağıstan’da İmam Gazi Muhammed önderliğinde Müridlerin ayaklanmaları ve Polonya’da da Rusya karşıtı bir başkaldırı olması üzerine Ruslar Çerkesya’daki kuşatma ve yol yapımı faaliyetlerini - 1837 yılına -, Dağıstan'ın yeni imamı Şamil’in yenilip Ahulgo’dan kaçmasına değin ertelediler. 1837 – 1839 yılları boyunca denizden çıkartma yapan Rus deniz birlikleri savaşarak  Çerkesleri Karadeniz  kıyılarından attılar ve  hattı güneydeki Sviyatov Duh’a (Kutsal Ruh/ şimdi - 'Adler') değin uzattılar. Ertesi yıl Çerkesler Şapsığ kıyısındaki kalelerden Rusları attılar. Ancak  Navaginsk (Soçi yerinde), Svyatov Duh  ve Gagra kaleleri Rusların elinde kaldı.

Daha eski kaleler, Anapa, Ṡemez ve Gelencik (Ĥuĺıĵıy) ise, zaten Rusların elindeydi. 1853 – 1856 Kırım Savaşı sırasında Ruslar Navaginsk’i ve daha kuzeydeki kıyı kalelerini terk ettiler ve bu yerler  - geçici olarak - yeniden Çerkeslerin eline geçti.

Kuzeydeki kaleler - Anapa, Ṡemez ve Ĥuĺıĵıy - 1860 yılına doğru geri dönen Rusların yeniden eline geçtiler. O yıl Çerkesya’nın Rus yönetimi altına girmemiş olan yöreleri halkının Türkiye’ye gönderilmesi, isteyenlerin şimdiki Maykop kentinin kuzeyindeki düzlüklere yerleştirilmesi kararı Rus komutanlığınca alındı, İmparator tarafından da benimsendi, ancak uygulaması zamana bırakıldı (1).

1859’da Orta Kuban solunda yaşayan Bjeduğlar, ardından Orta Laba solundaki Kemguy ve Kabardeyler boyun eğip Rusya yurttaşı olmuşlardı. Laba Irmağından doğuya doğru uzanan yerler ise, Kabardey yöreleri de dahil olmak üzere, daha önce Rus yönetimine alınmışlardı.

Şu durumda Maykoptan ya da Belaya/ Şhaguaşe Irmağından Karadeniz kıyılarına değin yayılmış olan topraklar henüz Rus istilâsına uğramamıştı; alınan etnik temizlik ve Osmanlı ülkesine tehcir (sürgün) kararı gereği bu son bölge Çerkes nüfusundan tamamen temizlenecekti. Bu alanda Natuhaylar, Şapsığlar, Vıbıhlar, Abzahlar (Abadzehler) ve daha küçük Çerkes toplulukları yaşıyorlardı.

Rus resmi etnik temizlik ve sürgün uygulaması, Karadeniz ile Belaya Irmağı arasında bulunan bölgeyi kapsıyordu. Sonucun elde edilmesi için yapılan hazırlıklardan sonra, 1862 - 1863 yılları boyunca Rus askeri hârekâtı yürütülmüş, Nisan 1864'te Vıbıhların , Mayıs 1864'te de Aibga köyünün boyun eğmesi ve göç (sürgün) kervanına katılmayı kabul etmeleri ile harekât başarıyla tamamlanmıştır. Aleksandroviç'in yürütülen bu  bu resmi politikanın ayrıntılarını tam  bilememiş olması anlaşılır birşeydir. Ayrıca, birçok kişi, çoğu bilim çevreleri de dahil, etnik temizlik ve sürgünün boyutunu ve kapsadığı alanı hâlen tam bilememektedir.

Aslında Abzahlar 1859’da Laba solundaki Çerkesler (Kemguy ve Kabardeyler) gibi Çar’a bağlılık(sadakat)  yemini vererek savaştan çekilmiş ve Rus yönetimi altına girmişlerdi. Ancak, Baryatinski'nin yerine Komutanlığa yeni atanan   Kont  Yevdokimov   Abzahları bağlılık  yeminini bozmak ve ihanetle suçlayarak Abzahlara saldırmıştı. Sözün kısası, Abzahların da Şapsığlar gibi göç kervanına eklenecekleri, topraklarından sürülecekleri belli olmuştu.

Son çare olarak, Abzah, Şapsığ ve Vıbıhlar birleştiler, 13 Haziran (günümüz takvimiyle- 25 Haziran) 1861’de Soçi’de Çerkes Ulusal Meclisi'ni (Parlamento) topladılar. Bu üç yöre halkı, Çerkes Meclisi eliyle  Adıge/ Çerkes üst kimliği altında bağımsız bir ulus devlet kurduklarını dünyaya deklare/ ilân ettiler. Meclis savaşa hazırlık, devlet yapılanması ve  onurlu bir barış  için çalışmalarını başlattı.

İşte böylesine bir ortamda Eylül 1861’de İmparator II. Aleksandr  Kuban’a (Rusların ‘Kuban oblastı’) geldi. Programında buradaki Rus birliklerini teftiş, askerlere moral verme ve Çerkeslerle de görüşme vardı.

Bu ön bilgiden sonra Aleksandroviç’in anılarına dönebiliriz.

                                                                                          

 Aleksandroviç ne diyor?

1) “Adıgelere gelince, onlar barındıkları dağları terk edip Maykop’a yakın düzlüklere yerleşmek ya da Türkiye’ye göç etmek seçeneklerinden birini seçmek zorundaydılar. ..O yerler 100 bin kişi için yeterli olabilirdi… Dağlıların nüfusuna ilişkin yalan söyleniyor, gerçek sayı küçültülüyor, olduğundan 5 ya da 10 kat daha azmış gibi gösteriliyordu. Daha sonra, 2 – 3 yıl sonra, kovulmakta olanların sayıları toplanırken söylenen düşük rakamların doğru olmadığı anlaşılmıştı. Ancak amaca ulaşılmış, St. Petersburgluların ve İmparatorun yanıltılması başarılmıştı” diyor. 

Aleksandoviç özetle böyle diyor. İmparator acaba yanıltılmış mıydı?

İmparator II. Aleksandr’ın yanıltılmış olduğu görüşü tartışılabilir. Tihomirov Lev Aleksandroviç bir monarşist, yani İmparatorluk yanlısı biriydi, bu nedenle, belki monarşiyi suçlamak istemiyor da olabilir.

Daha önce, ünlü Borodino Savaşı'na (1812) Rus safında katılan  Meğureko Pşıkuy'un rehberliğinde, 1830 yılında Kuban Ordusu adına, istihbarat çalışmaları (casusluk) yapan Rus subayı ve etnograf  Novitski tarafından yapılan tamamlanmamış bir nüfus araştırmasına göre bağımsızlığını koruyan  Çerkesya toprakları üzerinde 1 milyonun üzerinde bir Adıge nüfusunun bulunduğu saptanmıştı, bu nüfus içinde Şapsığlar 300 bin (2), Abzahlar 260 bin, Natuhaylar da 240 bin ediyor, bu üç topluluğun toplam nüfusu  800 bine ulaşıyordu (3). Sayıya Vıbıh, Haқuç, Ciget gibi diğer kıyıboyu topluluklarının  nüfusu katılmamıştı. Yerli nüfusun doğum oranı yüksekti, 30 küsur yılda 1 milyon  sayısının en az iki katına,  2 milyona çıkmış olması doğaldır. Çar’ın ve St. Petersburg’daki titiz kurmay heyetinin bu gerçeği bilmemesi düşünülebilir mi? Şayet Çar, iyi niyetli ve sürgüne pek de taraftar olmayan biri değil idiyse, 1864 sürgününden sonra Rusya’nın İstanbul Sefareti’ne verilen, Rusya’ya geri dönme talepli, 1872 tarihli ve 8,500 imzalı Çerkes dilekçesini “Sözü bile edilemez” diye kendi alt yazısı ve  imzasıyla geri çevirmezdi! Ayrıca, gösterdiği yerlere yerleşen Çerkesleri, bir suikast sonucu öldürülmesine (1881) değin baskılarla göçe zorlamazdı. Buna ayrıca değineceğiz. Aleksandroviç sürecin gizli yanlarını, olayların tamamını bilememiş  olmalı.

Elbette, yazarın dediği gibi, 1 milyonu bulan (-aslında daha da fazla-) bir nüfusun, olsa olsa   100 bin kişiye yetecek kapasitede daracık bir yer olan Maykop yakınındaki düzlüklere (ya da Orta Laba soluna)  sığamayacağı, burada bir aldatmaca oyunu oynandığı kuşkusuzdur. Ayrıca Vıbıh ve Şapsığlar kıyıdan yola çıkıp karlı sıradağları aşıp, yüzlerce kilometre uzaklıktaki  o yerlere nasıl ulaşıp yerleşebilirlerdi ki? Buna olanak var mıydı? Tanınan 20 günlük ya da bir aylık taşınma süreleri yeterli olabilir miydi? Ayrıca Türk yönetiminin gösterdiği dostça yaklaşımı ve yardımı, Rus yönetimi de gösterecek miydi? O sıralar Rus üst yönetiminin Ortodoks Hıristiyanlığı savununan fanatikler, İslâma nefretle yaklaşan kişiler oldukları da unutulmamalı.

Aleksandroviç bu noktada, İmparator konusunda yanılmış olmalı.

2) Bilindiği ve  yukarıda değinildiği gibi  Çar, Eylül 1861'de Kuban’a gelip Rus birliklerini teftiş etmiş, bu arada  Maykop yakınlarında bir Adıge heyetiyle de görüşmüştü.

Aleksandroviç, General/ Kont Yevdokimov’un, 'politik incelikleri bilmeyen'  Adıgelere tuzak kurduğunu, kendisinin Adıgeleri sevdiğini söylediğini, Adıgelerin topraklarından sürülmelerini kendisinin değil, Baryatinski'nin istediğini, Çar'ın gelişiyle bir fırsat  daha doğduğunu söyleyerek Adıgeleri yanlış yola yönlendirdiğini, onları İmparator’un karşısına  'birliklerinizi Kuban'ın kuzeyine çekin' biçiminde olmayacak  taleplerle çıkarttığını ve İmparator'un sertleşmesini başardığını ileri sürüyor. Adıgeler o kadar saf ve dünyadan habersiz kişiler olabilirler miydi? Özellikle, Kurtuluş Savaşı veren komutanlar, literatürde dünyanın en yetenekli, dahi generalleri  olarak kabul edilirler. Çünkü savaşın içinde pişip yoğrulmuşlar, savaş tekniğini, düşmanın hile ve  taktiklerini, düşmanla nasıl savaşılacağını öğrenmişlerdir. Böylesine deneyimli komutanları birer çocukmuşlar gibi kandırmak o denli kolay olabilir mi? Hele, Adıge komutanlar, kuşkusuz, daha da yetenekliydiler, sayıca 40 kat üstün olan donanımlı Rus imparatorluk ordusuna, dış dünyadan kopuk halde ve tamamen abluka altına alınmış bir alanda ilkel silâhlarıyla kök söktürüyorlardı (4). 

                                                                                                

Aleksandroviç, Yevdokimov'un bu fırsatı (Adıgeleri oyuna getirme fırsatı) elde etmesini kendinden önceki Başkomutan Kont Baryatinski'nin tedavi için Rusya dışına çıkmış olmasına bağlıyor. 'Baryatinski, o sıralar Rusya'da bulunuyor olsaydı Çerkeslerin bu ölçüde  imha edilmelerini engellerdi' demeye getiriyor. Peki, Çerkeslerin sürülmelerini 1960 yılında karara bağlayan Vladikavkaz'daki 'Generaller Toplantısı'nın başkanı kimdi? Sürgün kararını destekleyen ve onaylayıp başkent St. Petersburg'a gönderen asıl yetkili ve sorumlu  kişi Başkomutan Baryatinski'den başka biri miydi?..

Burada, söylenen sözlere bakılırsa, Yevdokimov'un soykırım suçundan kişisel anlamda aklanmak gibi bir çaba içinde olduğu da anlaşılıyor; ancak Yevdokimov  özür dilemiyor, tarih karşısında kendisini temize çıkarmak için de hileli yolları deniyor, barış olasılığını sabote ediyor ve bilerek bir ulusun yok edilmesi demek olan soykırım politikasını uyguluyor, kelimenin tam anlamıyla döneminin Hitler'i ve daha da beteri! Bir yalancı! Tabii Baryatinski de farklı biri değil; soykırımı öngöremediği söylenemez.

Şeyh Şamil, Çerkes soykırım ve sürgünü tamamlandıktan sonra, 1864 yılında, 'Kafkas Savaşı'nın başarıyla bitirilmiş olması nedeniyle  dostu Kont Baryatinski’yi bir telgrafla kutlamıştı (5). Soykırım olayı ile ilgisiz idiyse, Şamil ne diye Yevdokimov'u değil de Baryatinski'yi kutluyor? Şamil, Yevdokimov'u da tanıyordu. Baryatinski'yi kutladı, çünkü soykırım projesinin baş mimarı Baryatinski idi, uygulayıcısı da Yevdokimov'dur. Baryatinski, şayet istememiş olsaydı, 1860 yılı Vladikavkaz'daki 'Generaller Toplantsı'nda, Çerkeslere ilişkin daha yumuşak bir karar çıkmasını da sağlayabilirdi. Başkomutan oydu...

Demek istediğim, İmparator ve şürekâsı, aynı taifeden generaller, diplomatlar ve Ortodoks Hıristiyan  papazları, bunların hepsi  Çerkes soykırımının aslî failleri, Çerkesya’nın kendi halkından çalınması olayının birlikte  sorumlularıdır. Biri diğerinden daha az sorumlu tutulamaz. Hepsi  tarihin 'Lânetliler Bahçesine' yakışır kişiler.

Kuşkusuz General Filipson gibi daha insaflı Rus askerleri, demokrasi yanlısı  Rus aydınları  da vardı, Puşkin ve Lermontov gibi, ama etkisiz kaldıkları görülüyor.

3) Çar ile buluşmaya ilişkin görüşlerde de  farklılıklar var, farklı şeyler söyleniyor, konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir:

Rus askeri tarihçi Semen Esadze, kitabında konuya ilişkin olarak özetle şöyle yazıyor: Çar, Eylül 1861’de deniz yoluyla Kafkasya’ya geldi, Taman’da karaya ayak bastı. Karşılayıcılar arasında bir köşede toplanmış 500 kadar Çerkes de vardı. Topluluk içinden öne çıkan bir yaşlı Çerkes, Rusya yurttaşlığına alınmalarını, sürülmemelerini, topraklarında kalmalarına izin verilmesini, bundan böyle Rusya yasalarına uyacaklarını, Rusya için yollar ve kaleler inşa edeceklerini, her emre uyacaklarını söyledi. Çar, bu sözleri memnuniyetle karşıladı, durumu Çerkeslerin lehine olacak bir biçimde yeniden düşüneceğini söyledi. 4-5 gün sonra aynı Çar, Maykop yakınında Soçi Çerkes Ulusal Meclisi (Parlamento) temsilcilerinin de yer aldığı bir Çerkes heyetiyle buluştu. Çerkes temsilciler Rusya yurttaşlığına alınmalarını istediler. Çar "Bunu kabul edebileceğini ancak bazı şartlarının bulunduğunu", bunların yerine getirilmesi halinde Çerkesleri Rusya yurttaşlığına kabul edebileceğini söyledi. Çar'ın talepleri kısaca şöyleydi: Çerkeslere sığınmış firari Rus askerlerinin ve Rus esirlerin kendilerine derhal teslim edilmeleri, Rus karakollarına yapılan saldırılara bir son verilmesi ve komutanlığın (Yevdokimov’un) emirlerine uyulması, vs.

Sığınmacı/ firarî askerlerin geri verilmeleri koşulu dışında bütün bunlar kabul edilebilecek şeylerdi.

Ancak bir anlaşma olmadan ve sığınmacılar için bir çıkar yol bulunmadan bir iade olacak şey değildi, onursuzluk olurdu. O sıralar Rus ve Polonya asıllı, vs biçiminde çok sayıda firari Rus askeri, Çerkes safında Rus birlikleriyle çarpışmaktaydı.

Sonuç olarak, Çar ile bir anlaşmaya varmanın olanaksız olduğu, Çar'ın iyi niyetli biri olmadığı anlaşıldı. Çar'ın dört gün önceki tutumuyla, Taman'da söyledikleriyle şimdiki tutmu çelişiyordu.

Bunun üzerine, ikinci bir etap girişmi olarak Adıge Parlamentosu Başkanı Gerandıko Berzeg Hace, başka bir yolu kalmadığı için olmalı, son çıkış yolu olarak Parlamento'nun yazılı talebini Çar’a sundu (6).  Yazılı talepte, özetle,  Rusya’nın Çerkesya’dan tamamen çekilmesi isteniyordu. Tabii bir anlaşma olmadı. Son olarak, Çar, Abzahlara döndü, “Abzahlar, karar vermeniz için size bir ay süre veriyorum, ya Türkiye’ye göç edin ya da gösterdiğimiz yerlere yerleşin” dedi (7). 

İngiliz savaş tarihi yazarı Allen de özetle şöyle diyor: İmparator II. Aleksandr, Eylül 1861’de Kuban’ı ziyaret etti, Çerkes beylerinden oluşan bir heyeti kabul etti. İmparator, arazilerine karşılık olarak -yerleşmeleri için- Çerkeslere Kuban’ın ötesindeki (-güneyindeki-) düzlükleri önerdi. Abzahlar arazi değiş tokuşunu kabul eder göründüler, ama diğerleri bunu  reddettiler (8). 

Adıge tarihçi Yemıj Ruslan, sorunu bambaşka bir biçimde sunuyor. Yemıj’e göre Çerkesler Çar'ın yanına gitmiyor, Çar'ın bizzat kendisi maiyeti ile birlikte 5 bin Çerkes savaşçının içine geliyor; Çar, Karadeniz kıyısı boyunca Tuapseye değin uzanacak bir demiryolu hattı döşemek istediğini, sadece o hat üzerindeki köylerin yerlerinden kaldırılacağını, zarar vermeyi düşünmediğini, uğranılacak zararın karşılanacağını söylüyor... Topluluktaki Bjeduğ beyi Hacemıko Alkas söz aldı ve konuştu. Yaşlı, eğitimli ve akıllı biriydi. “Durumumuz ortada, başka bir çıkış yolumuz yok. Çar söz verdi, sözünü çiğnemez, tutacaktır. Bugün burada birbirimizi dinlemez ve bir tutum birliği içinde olmazsak, savaş yeniden başlayacaktır, savaşı kazanamayacağımızın belirtileri ortada. Saygı ve sessizlik içinde onu dinleyelim, hiç olmazsa ulus olarak ayakta kalmış oluruz: Bizden zorla alacağı şeyi, biz kendimiz ona verelim” dedi.

Ardından Şıvĵıyeko Śıyeko (Шы­ужъы­екъо Цыекъо) konuştu. Şıvĵıyeko Śıyeko  içtenlikli, kitleleri etkilemeyi ve coşturmayı bilen biriydi, sözünü esirgemez, lâf olsun diye de konuşmazdı. Şıvıjıyeko, Hacemıko’yu hak etmediği ağır bir dille kınadı, hemen ardından yıllardan beri ulusu yağmalayıp kemiren ve mahveden, ana sütümüz gibi bize ait olan bu toprakları bizden gasp edenlerle anlaşmaya varmanın bir çıkar yol olamayacağını söyledi. “İmparator bize korku salmak üzere buralara geldiyse, boşuna gelmiş. Yurdumuz bizim beşiğimiz, gerekiyorsa şimdi de mezarımız olsun” diyerek sözlerini kararlı bir biçimde bağladı (9).

Şıvĵıyeko Śıyeko, söylenen şey doğruysa, -ki halk  söylentilerini anımsatıyor-, yangına körükle gitmiş, Adıge ulusunun mahvına yol açmış...

Adıgeler böylesine hayatî  bir konuda, Meclis Başkanı dururken temsil kabiliyeti olmayan  birilerini toplum adına konuştururlar mıydı? Ayrıca arazi değiş tokuşu konuşmasını nereye koyacağız? Yemıj Ruslan bu noktaya değinmiyor...

İmparatoru 'aklama' konusunda Tihomirov ile Yemij birer çaba içindeler: 'İmparator aslında uzlaşılabilecek biriydi' demek istiyorlar. Rusya köylüsü de Çar'ı 'Aziz' bilir, öyle algılar ve Çar'ı bir baba, bir iyilik simgesi olarak görürdü. Onlar da öyle görüyor olmalılar.

Anlaşılan, “Rivayet muhtelif, ancak hakikat tek” dedikleri gibi birşey söz konusu. Yemıj'ın söyledikleri bana inandırıcı gelmiyor. En gerçekçi yorum, sanırım Esadze ile Allen’inki.

Aleksandroviç’in sözleriyle özellikle  İngiliz Allen’in söyledikleri arasında da benzer  noktalar var. Çar’a sunulan yazılı belgede Çerkes toprağındaki kalelerin yıkılması, Rus askerlerinin Kuban Irmağı ötesine (-kuzeyine-) çekilmesi isteniyor. Ama bu bir ikinci etap girişimi. Birinci etap atlanmış. Birinci etap Çerkeslerin Rusya yurttaşlığına alınmaları talebi; Çar, bu talebi kabul etmemek  için olmayacak, kabul edilmesi olanaksız şartlar öne sürüyor. Adıgelerin gururu ile oynamaya kalkışıyor. Olmayacak şartlardan biri, Çerkeslerin yanında savaşa katılan firari Rus askerlerinin (- ki Rus, Polonyalı, vs sığınmacıların-) teslim edilmeleri idi, Tuapse'ye kadar demiryolu hattı döşeme talebi değildi, ki böyle bir talep söz konusu muydu? Bilemiyorum. Teslim olayı, Rus için ihmal edilebilir birşey, onlar Adıgeler ölçüsünde insana değer vermezlerdi, ama Çerkes için bunun kabul edilmesi olanaksızdı, onursuzca bir davranış olurdu. Çerkes insanı güvenilmez insan damgasını yiyebilir, ulusun üzerinde tarihî bir leke olarak kalırdı. Teslim etme, bu kişilerin, Çerkes safına geçmiş  askerlerin bile bile ölüme gönderilmeleri demekti, bu da, Çerkes geleneği gereği, ölüm pahasına olsa bile, kabul edilmesi olanaksız birşeydi. Kurnaz Çar, bunu bilmiyor olamazdı. İşbirlikçi Adıge danışmanları ve bir Adıge muhafız birliği de vardı.

Böylece Çar’ın barış ve anlaşma niyetinde olmadığı, hilebaz/ kötü niyetli biri olduğu, asıl sorumlunun o olduğu, Çerkes safına anlaşmazlık sokmaya, başarabilirse Abzahları Şapsığlardan ayırmaya, safları bölmeye  geldiği açığa çıkmış oldu diyebiliriz.

Gerandıko Berzeg Hace’nin Meclis adına sunduğu yazılı talep ise, bir ikinci etap girişimi, bir B planı, Adıge onurunu kurtarma içerikli bir son girişim, onurlu bir duruş, ölümü yiğitçe karşılama olarak değerlendirilebilir.

4)  “… Adıgeler topraklarından kovuluyorlardı. Başlarda kendilerini savunuyor, grup grup bir araya gelip ölümüne savaşıyorlardı. Ancak dört bir yandan öldürülmeye ve darmadağın edilmeye başlanınca, yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar. Rus askerleri ise planlı bir biçimde ilerliyor, Dağlıları ilerilere (- Karadeniz’e-) doğru sürüyor ve onlardan temizlenen yerlerde geciktirilmeden stanitsalar (-silâhlı/ müstahkem Kazak yerleşmeleri, köyleri-) kuruluyordu. Ordunun gerisinden getirilen Kazaklar, ordu tarafından kendileri için oluşturulan bu yeni stanitsalara yerleştiriliyorlardı”.

Böyle söylüyor Aleksandroviç. Asıl kötüleşmenin 1863 yılında olduğunu da vurguluyor. Doğrudur, 1863 yılı savaşın fiilen sona erdiği yıldır.

Bir ek not: Belirtelim, 1856 Paris Antlaşması’na göre, Karadeniz silâhsızlandırılmış, Karadeniz’de Ruslar da dahil herhangi bir devletin  savaş gemisi ve tersane bulundurması yasaklanmıştı. İngiliz ve Fransızlar sıkı bir denetleme yapıyorlardı. Bu nedenle Çerkesler, deniz yolu kapalı olduğu için, kaçak yolla dahi dışarıdan hiçbir askeri yardım alamıyorlardı. Yine de, daha güvenli olduğu ve Karadeniz yönünden gelecek bir saldırı olasılığı bulunmadığı için Adıgeler kıyıya doğru geri çekiliyorlardı. Rus stratejisi de zaten Adıgeleri kıyıda toplanmaya zorlama ve oradan da Türkiye'ye göç ettirme üzerine düzenlenmişti.

 Ve nihayet sürgün

Çerkeslerin topraklarından çıkarılması görevini Kuban Ordusu’na veren ve 1860 yılında karar altına alınmış olup beklemede tutulan Rus hükümet kararı 10 Mayıs 1862’de yürürlüğe kondu. Rus birlikleri bu tarihten başlayarak Abzah ve Şapsığlara karşı topyekûn bir askerî harekât başlattılar, sınırın, cephenin  gerisinde yaşayan Vıbıhlar da gönüllüler göndererek Şapsığ ve Abzahlara yardım ediyorlardı. Cigetler ise tarafsız idiler ve savaşa katılmıyorlardı.

Kış mevsimi Kafkasya'da kara harekâtına uygun değildir, dondurucu soğuklar yaşanır. Savaş 1862 yılı Mayısında başladı, kış mevsiminde durdu, 1863 yılında karların erimesiyle yeniden başladı, bu süre boyunca ele geçirilen Adıge köyleri Ruslarca ateşe verildi, mallar ve gıda stokları yağmalandı, savaş tüm şiddetiyle sürdü, yukarıda değinildiği gibi, Çerkeslerden boşaltılan bu gibi yerlerde ordu eliyle stanitsalar kuruldu ve bu stanitsalara Kazak aileler getirilerek  yerleştirildi.

Ruslar durmadan ilerlediler.

Ağustos 1863’te, tamamen kuşatılan ve çok zor durumda kalan Abzahlar, ateşkes isteyerek savaştan çekildiler. Abzahların bir kısmı Maykop yöresindeki düzlüklere yerleşmek, bir kısmı da Türkiye’ye göç etmek üzere dağlardaki köylerinden ayrıldı, Rusların kontrolundaki limanlara (Ṡemez'e/ Novorossiysk'e/ Yeni Rusya’ya) doğru hareket etti. Asıl telefat (yıkım, ölümler) işte o sırada gerçekleşti. Çünkü kış mevsimi yaklaşmıştı.

Aleksandroviç’in 1863 yılında gördükleri bunlar, ilk ateşkes sonrasının yollara dökülen perişan insanları olmalı. Çünkü Şapsığ, Vıbıh ve Ciget göçü  farklı bir tarihte, 1863’te değil, 1864’te gerçekleşti.

Abzahlardan bir iki ay sonra Ekim ya da Kasım ayında (- eski yeni takvim farklılığına göre konuşuyoruz-) Şapsığlar da savaşmaktan vazgeçtiler ve Rus komutanlığı ile  anlaşmaya vardılar. Şapsığlar, kış koşulları (Karadeniz'in ulaşıma elverişli olmaması, vs-) nedeniyle 6 Mart 1864 günü (günümüz  takvimiyle 18 Mart günü) akşamına değin köylerinde kalma izni aldılar. Bu nedenle Şapsığ toprağında stanitsa yapımı ve kolonizasyon olayı geçici bir süre için  durdurulmuş oldu (Hak'uç direnişi Rus yerleşmini birkaç yıl süresince duraklattı, kıyı bölgesi arazileri çalı ve dikenlerle kaplandı, sonuçta Rus yerleşimi zorlaşmış oldu).

Abzah yöresinde farklı bir politika uygulandı, Abzahe'de ateşkes antlaşması gereği köyler el değiştiştirdi, ateşkes sonucu terk edilen köyler yakılmadı, Kazak yerleşimine tahsis edildi. Bu nedenle birçok Kazak köyü hâlâ Adıgece adlar taşıyor: Abadzehskaya, Bagovskaya, Dahovskaya, Hamışki (Şapsığ- 'Hamışқey', Abzah - 'Ĥımışćey'), Hamketinskaya (Hamćeṫıy), vs.

Bu bakımdan Aleksandroviç’in Adıgeler için “yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar” değerlendirmesi doğru değil, sanırım bir yanılma, yanlış bir algılama sonucu, o günkü koşullarda  ayrıntıları  öğrenememiş olmalı. Adıgelerin morallerinin bozulmuş olması ise anlaşılır bir şey, çünkü ortada kırka karşı bir gibi orantısız güçler arası bir savaş, silâhsız bir sivil halka karşı yürütülen bir soykırım savaşı söz konusu. Savaş Adıgeler açısından umutsuz, ölümüne bir savaştı. Ama Adıgeler ateşkesler imzalanana değin kendilerini kahramanca savundular. Kendilerini düşmanın insafına terk etmiş değiller. Ateşkesten sonra savaş zaten  sona ermiş, kendini savunmaya da gerek kalmamıştı. Aleksandroviç bu durumu algılayamamış olmalı. Savaşın ayrıntıları çok sonraları ortaya çıkar. O, savaşa katılan ama ayrıntıları bilmeyen kişilerin anlattıklarına dayalı olarak konuşuyor olmalı.

Semen Esadze, 1864’te Rus birlikleri kıyı boyunca Tuapse’den Navaginsk’e (Soçi), Vıbıhlara doğru ilerlerken  Şapsığların   ateşkese uyduklarını, Rus birliklerine karşı koymadıklarını ve verdikleri sözde durduklarını belirtiyor (10).  

Buradan da, daha önce  bir anlaşmaya varıldığı, ateşkes koşullarının yaşandığı anlaşılabilir.

Tihomirov Lev Aleksandroviç, ateşkes antlaşmaları yapıldığını bilmiyor olmalı. 

1864 yılında - Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran ayları boyunca- Natuhay, Şapsığ, Vıbıh ve Ciget köyleri, tek köy bile bırakılmaksızın Rus askerleri tarafından bir bir ateşe verilerek yakıldı. Orduya verilen görev böyleydi. Aleksandroviç'in yakıldıklarını söylediği köyler bunlardır, kıyı bölgelerinde  köy yakmaları 1864 yılında gerçekleşmiştir. Natuhayların boyun eğmiş, Cigetlerin de tarafsız kalmış ya da  savaşa katılmamış olmaları onları kurtarmaya yetmemişti. Rus askerleri verilen emir gereği ayırım gözetmeksizin kıyıboyundaki bütün Çerkes köylerini ateşe veriyor, ceviz ağacı gibi, dağlara çekilmiş Adıgelerin beslenme kaynağı olabilecek  meyve ağaçlarını bile kesiyorlardı. Amaç, aç bırakarak ve barınacak  bir yer de bırakmayarak Çerkeslerin kökünü kurutmak, Çerkesya’dan tamamen kazımak ve Çerkesya toprağında bir Yeni  Rusya (Novorossiya/ Новороссия) yaratmaktı.

Bu arada belirtelim: Çerkesler ve Şamil 1853 - 1856 Kırım Savaşı'na fiilen katılmamışlardı, çünkü Müttefikler onlara bir gelecek vaad etmiyorlardı. Ayrıca  Çerkesler, o sıralar  Rusya için herhangi bir tehdit ve tehlike oluşturmuyorlardı. Çerkes soykırımı, Rusya'nın stratejik çıkarları gereği Çerkesya toprağını ele geçirme ve bu yeni topraklarda Çerkessiz bir 'Yeni Rusya'  (Novorossiya/ Новороссия) kurma amacıyla yapıldı.

Makalede kıyı boyundaki dağlarda az sayıda Çerkes direnişçinin kaldığı, bunların bir korudan  başka bir koruya geçerlerken, zaman zaman orman içi açık alanlarda görüldükleri, daha sonra direnişçilerin anlaşmalar sonucu düze indikleri, bunların 1880 yılında iki köy de kurdukları  belirtiliyor (11).

Bu da doğru ve gerçek olan bir olgu.

Aleksandroviç’in şu son sözlerine katılmamak elde mi?:

“Karadeniz kıyısından başlayıp Laba Irmağına değin (12) uzanan bir alanda yaşamış olan Dağlıların sayısı neydi bilemiyorum, ancak sayının milyona ulaştığını sanıyorum. İçlerinden düz yerlere göç edip sağ kalanların sayısı 100 bin kişiyi geçmiyor. 500 binden çok Adıge zorla Türkiye’ye yollandı, ancak bunların içinden birçoğu gemilerde ve Türkiye’de öldü. Yurtlarından kovulurken, henüz kıyıya ulaşmadan ya da ulaştıktan sonra, savaş, çile, salgın hastalıklar ve çeşitli sıkıntılar nedeniyle birkaç yüz bin Adıge daha can vermiştir diye düşünüyorum…”

"Adıgelerin topraklarından çıkartılma biçimini, çektikleri sıkıntıları gözlerimle gördüm. Kovulma sırası Ṡemez’e geldiğinde, Ṡemez vadisi ile körfezi çevreleyen dağlardaki köyler ateşe verilmeye başlandı. Her bir vadiden yoğun dumanlar ve alevler yükseliyordu. Dağlarımızda (-?-) o kadar çok insanın barındığını bilmiyorduk. Bir ay kadar bu sahneleri içimiz parçalanarak izledik".

Yukarıdaki değerlendirmeleri açar, resmi büyütürsek sayının haydi haydi 1 milyonun üzerine çıktığı kolayca anlaşılabilir. Rus, koca bir ulusu ve ülkeyi acımasızca yok etti ve utanmadan ‘Çerkesler Rus idaresi altında yaşamak istemedikleri için kendiliklerinden Türkiye’ye göç ettiler’ diyor. Yalan üstüne yalan uyduruyor. Biz de ilâve edelim: Çerkes, binlerce yıl boyunca barındığı Karadeniz kıyılarından bıkmış da Türkiye'ye göç etmiş olmalı. Rus, Çerkesleri ve dünyayı aptal mı sanıyor yoksa?..

Eski Çerkesya'da, 1859 yılında Rus yönetimine alınmış Çerkesler için ayrılan yerler, 1881 yılındaki durum. Daha sonra göçe zorlamalarla bu alanlarda da, özellikle Laba solunda  daraltılma yapıldı, arazinin çoğu Çerkeslerden gaspedildi, örneğin şimdiki Adıge Cumhuriyeti'nin Cece (Giaginski) ilçesi ve çevresindeki toprakların 1864 sürgünü sonrası Adıge nüfusu, 1880'lerde toptan Türkiye'ye göç ettirildi, toprak Kazaklara ve Ruslara verildi. Bu nedenle Cece rayonunda, şimdilerde tek bir Adıge yerleşimi bile bulunmuyor.

 Şu ifadeler de hüzün verici ve ders almamız gereken sözler:

 “İşte bu biçimde büyük ve zengin bir ülke, o ülkede yüzlerce asırdan beri yaşamakta olan insanlar soykırım yoluyla “temizlenmiş” oldular…

Dağlılar bizleri en azılı düşmanları olarak (пый шъыхьахьым фэдэу) görüyor ve bizden nefret ediyorlardı, gemilere binerlerken şarkılar söylüyor, Ruslara lânet ve beddua yağdırıyorlardı, sevgili topraklarının  gâvurlara ürün vermemesi için dua ediyorlardı.

Ancak insanların başına gelen bu büyük yıkıma aldırmadan, daha önceleri Adıgeler için parıldayan, bereketli ürünler sağlayan doğa, toprak, şimdi de Ruslar için parıldıyor ve bereket yağdırmaya devam ediyordu”.

(1) - Daha önce, 1857 yılında Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı General Milyutin, Çerkes sorununun çözümü için, Çerkeslerin bir kısmının - kıyıdakiler olmalı - kuzeydeki Don bölgesine sürülmesi gerektiğini Rusya Savaş Bakanlığı'na önermişti. Bkz. ' Ali - Hasan Kasumov, "Çerkes Soykırımı"- hcy

(2) - 300 bin sayısı dışında, Şapsığların 19. yüzyıldaki nüfusuna ilişkin başka veriler de vardır: 420 bin, 650 bin gibi. 1830 yılında 300 bin olarak tahmin edilen Şapsığ nüfusunun 1860'larda, düşük bir artış oranıyla bile, en az iki katına yükselmiş olması gerekirdi. Dahası, sayıyı 1 milyon olarak zikredenler de var. Nitekim, 4 Ekim 2014 günü, Kurban Bayramı'nın birinci günü Ankara'da karşılaştığım Şapsığeli, Psıbe köyünden bir hemşehri, 1864 yılı öncesinde Şapsığ nüfusunun 1 milyonu bulduğunu, bunu bir kaynaktan da okuduğunu söyledi. Ayrıca bana Adıge soykırımı ve sürgünü ile ilgili Rusça kupürler/ fotokopiler verdi - hcy

(3) - Novitski'nin casusluk faaliyeti içinde (krokiler çizmekte ve önemli noktaları belirlemekte) olduğunun Adıgelerce öğrenilmesi üzerine Novitski ve rehberi Meğureko Pşıkuy çalışmalarını tamamlayamadan Adıge ülkesinden kaçmışlardı - hcy

(4) - Çerkesya Kurtuluş Savaşı'nın Önderleri ve Komutanları (1763 - 1864), internet.

(5) - Almir Abreg,  "Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi".

(6) - Metin Adıge Ulusal Müzesi'nde, ayrıca Rus tarihçi Tamara Polovinkina'nın "Çerkesya Gönül Yaram" kitabında da var.

(7) - Semen Esadze, "Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali".

(8) - W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, "1828-1921 Türk - Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi", Gnkur.Basımevi, Ankara,1966, s.104.

(9) - Yemıj Ruslan, "Soçi Meclisi ve Rus Çar'ı II. Aleksandr ile Buluşma", internet

(10) - Semen Esadze, "Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali". 

(11) - 1864 yılı sürgününden sonra direnişçiler tarafından bir köyün nasıl kurulduğunu anlamak için bkz. 'Nıbe Zayır, "Bir Köyün Tarihi", internet. Burada Karadeniz kıyısından 7 km içerideki Şehek'eyışho/ Bolşoy Kiçmay köyünün kuruluşu belgeye dayalı olarak anlatılıyor. - hcy

(12) - 1860 yılında Rus - Çerkes sınırını Rusların 'Belaya', Çerkeslerin 'Şhaguaşe'  dedikleri nehir oluşturuyordu. Belaya Irmağının batısı ve solu Adıgelerin, doğusu da Rusların yönetimindeydi ve bu son yerde Rusya yurttaşı Çerkesler (K'emguy ve Kabardeyler) yaşıyorlardı. Bu arada sürülmesi kararı verilen Koca Çerkes ulusuna ise, yerleşmek için  Belaya ile Laba ırmakları arasındaki dar bir alan, bataklıklı ve sivrisinek yatağı bir düzlük gösterilmişti. 1864 yılı sonrasında bu dar alana yerleşen Çerkeslerin ezici çoğunluğu da, Çerkes düşmanı İmparator II. Aleksandr döneminde Türkiye'ye göç etmek zorunda bırakılacaktı. - hcy


Bu yazı toplam 4284 defa okundu.





Cemil Mercan

Rusların Kuzey Kafkasya'da yaptığı sürgün ve soykırım suçunu, örtbas etmek, Çerkeslerin haklılığına gölge düşürmek için süreci başlatma, oluşturma ve yönetme döneminden başlamak üzere güncel olarak da çeşitli yöntemlere başvurması, bu konularla ilgili kamuoyu oluşturma ve yönetme gibi çabalarının olduğunu, olacağını zaten biliyoruz.
Ankara'da ki 150. Yılında Çerkesler Uluslararası Konferansını izlerken bunu kolayca gözlemleme, tespit etme şansımız oldu.
Burada önemli olan konuların başında bu insanlık dramı ve suçunu doğru şekilde kanıtlarla tanımlamalı, önce kendimiz doğru şekilde öğrenmeli ve dünyaya da doğru şekilde sunabilmeliyiz.
Bunun için de Kafdav gibi, Uluslararası Konferansları, yazarları vb. takip etmeliyiz, okumalıyız, izlemeliyiz, desteklemeliyiz.

02 Ekim 2014 Perşembe Saat 15:15
hapi cevdet yıldız

Sayın Semih Akgün, Şamil’in 1864’te kendisini Gunip’te teslim alan, daha sonra dostu olan Kont Baryatinski’ye, 1864’te Kafkas Savaşı’nın başarıyla tamamlanmış olması nedeniyle gönderdiği telgrafa ilişkin olarak, “. Şamil'in bu telgrafı göndermediği konusunda kesin bir bilgi sahibi değilim” diyorsunuz. O durumda sübjektif kanılarınıza göre düşünüyor olmuyor musunuz? Aksine bir kanaatiniz varsa bunu bir kanıtla ortaya koymanız gerekiyor.
Bir kanıt varsa, o kanıtı çürütmek için başka bir kanıt getirmek gerekir. Tarih bunu gerektirir. Telgraf 1864'te çekilmiş, Rus arşivinde tarih ve numarasıyla kayıtlı. Yazarın verdiği bilgiye güvenmek gerekir. Yanılmıyorsam sözlerinizden şunu anlıyorum, “Ortada telgraf diye bir şey yok, Şamil gidemeyeceğine göre, Rus’un biri telgrafhaneye gitmiş, böyle bir sahte telgraf uydurmuş”. 150 yıl önce olup bitmiş bir olayı, 150 sene sonra, Rus’un işi gücü yok da sahte belge üretecek, dünya da bunu yutacak. Olacak şey mi bu? Yine yanılmıyorsam Şamil’in Rus Ordusunda subay, dahası general olan oğlu veya oğulları, ayrıca hizmetinde olan kişiler ve korumları olmalı, onlardan biri Şamil adına telgrafı çekmiş olamaz mı? Şamil’i Rus’un elinde zavallı bir tutsakmış gibi göstermek doğru olur mu? Sayın Almir Abreg telgrafın örneğinin nerede saklı bulunduğunu, kaynağını da yazıyor. Kaynak olmadan yazacak biri değil, aksi takdirde adı yalancıya çıkar ve biter. Yine de tatmin olmamışsanız kolayı var, Sayın Adnan Huade ile Sayın Açumıj Hilmi’ye mesaj çeker, konuyu Maykop’taki Almir Abreg’den sordurabilirsiniz.
Bu iş bu kadar basit. Saygılar.

02 Ekim 2014 Perşembe Saat 14:16
hapi cevdet yıldız

Sayın Semih Akgün, Şeyh Şamil’in Çerkesya’daki savaşın sona ermesi nedeniyle dostu Kont Baryantinski’yi bir telgrafla kutlamış olması bilgisini “inandırıcı” bulmadığınızı söylüyorsunuz.

Yani böyle bir telgraf yoktur demek istiyorsunuz. Verdiğim bu bilgi Kafkas Vakfı tarafından yayınlanan “Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi” adlı konferans metinleri kitabında mevcut. Kaynağı da orada.

Abreg Almir’in konferans metninde. Sn. Almir bir tarihçi ve yurtsever, yıllarca Adıge Ulusal Müzesi’nin müdürlüğünü yapmış biri. Yalan bilgiler verecek biri değil. Bilgi Rus arşivinden. Kitap yayınlanalı yıllar oldu, bildiğim kadarıyla, gerek anayurttan, gerek diasporadan ya da Kafkasoloji çevrelerinden bir yalanlama gelmiş değil.

Bu durumda, sizin, benim bilmediğim bir başka kaynağınız varsa bunu bildirin ve kitleyi aydınlatın. Yoksa tahminlerle ve “Çerkes Soykırımına, yüzbinlerce müslümanın ölümüne onay verir gibi, dostunu(!) kutlaması inandırıcı değil.” diyorsunuz. İnandırıcı olarak görmüyorsanız belgelerini sunmanız gerekir. Tarihte yorum vardır, ama ortada bir belge sunulmuşsa ve bu belge “inandırıcı değildir” diyorsanız, sizin de karşı bir belge, bir tez sunmanız gerekir.

Ben Baryatinski’nin sütten çıkma bir ak kaşık olmadığını belirtmek için o telgrafı kanıt olarak gösterdim. Biz Şamil’in 1859 yılı öncesi yaşamı ile sonrası yaşamını bir tutamayız.
Ben de şunu söyleyeyim. Şamil anlaşmalı teslim olmuş, Adıgeler kitleler halinde katledilirken Rus’tan konuk muamelesi görmüş, maaş ve tahsisat almıştır.
Acaba Çerkes soykırımı yapılırken sesini çıkarmış, dostu Kont Baryatinski’den yapmayın biçiminde bir ricada bulunmuşmudur? Çocuklarını Rus Ordusu hizmetine vermiş midir?
Bu yönleri de araştırmak gerekir.
Bir başkası da başka şeyler söyleyebilir.
En iyisi durumu soruşturmanız ve çürütücü bir kanıt getirmenizdir. Aksine bir kanıt getirebilirseniz amenna. O zaman siz haklı çıkarsınız. Saygılar.

01 Ekim 2014 Çarşamba Saat 18:01
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net