





Uzun zamandır yazmıyorum. İşin doğrusu içimden de pek gelmiyor. İmdat Kip’ in Çerkes siyaseti denilen bir takım garip argümanlara sille tokat girişmesinden bu zamana, Hapae Erhan’nın ustalık ve emekle bezenmiş Kuyeko Nalbiy çevirilerini daha çok önemsiyorum.
Bu türden çevirilerin az olmasını, bu zamana kadar Xeku dışında çok büyük bir eksiklik olarak görüyordum. Gel gör ki mesele çeviri yapmak değil, esas ustalık o duyguları kelimelere uyarlayıp okuyucuya hissettirmekmiş.
Kuyeko Nalbiy’in içimdeki bam teline dokunan ilk dizeleri Jade Wumar’ın “ Yalnız Orman” yapıtından çevirdiği dizelerdi:
''Ощхым имакъэ мэкIосэжьы, псыр къанэ, Уцыр къанэ, чъыгыр, къэгъагъэр, хьасэр канэ - олъэгъуфэхэ. Ау ощх макъэр угу къэкIыжьы...
(Къуекъо Налбый – Зэкъомэз)''
“Yağmur diner, su kalır geride, ot kalır, ağaç, çiçek, toprak kalır- görebildiğin sürece. Ancak yağmurun sesini hatırlarsın sadece…..”
2011 yılının ilk günleri. Hayatının çok büyük bir bölümünü Çukurova’da geçiren benim gibi biri için, pekte alışılmadık, ince bir soğuk işliyor içime. Khuade Adnan’ın rehberliğinde Jade Wumar ile beraber Maykop’ tan Kıyı Boyu Şapsığ- Soçi yolculuğuna başlıyoruz. Sessiz ve ulu ormanların hükmünü sürdüğü dağlardan Tuapse’ ye iniyoruz. Ve Tuapse çıkışında garip ve tarifi zor olan duygulara kapılıyorum. Aslında dedemin bile görmediği ama görmüş gibi anlattığı Anavatanında soluk almanın, o an için bu coğrafyanın bir parçası olmanın garip bir şaşkınlığını yaşıyorum.
Kıyı Boyu Şapsığ’da dağlar ve deniz kardeş.
Hava kararıyor. Ve karşımızda bitmek bilmeyen mağlubiyetimiz ve en derin yenilgilerimizden birisi: Şaçe (Soçi). Kış olimpiyatları yaklaşırken biraz kıskançlık, biraz öfke biraz da üzüntü ile yoğrulmuş ortaya karışık duygular oluşuyor beynimde. Bizden başka herkes var bu şehirde… Gece yarısı yaklaşırken otele geliyoruz. Yatağıma uzanıyorum.
Khuade yorgun, Wumar sessiz ve suskun, ben ise bir an önce ayrılmak istiyorum bu şehirden nedense. Ama yarın büyük gün.
Sabah kahvaltısından sonra dedelerimin köyü Solokh-Aul’e doğru yola çıkarken yol tabelalarında, olduğu gibi Solokh-Aul yazısı. En azından mutlu olabileceğim bir şey görüyorum. Yine yalnız bir ormanın içinden geçiyor ve Solokh-Aul’e geliyoruz. İlk şaşkınlık, merakla beraber küçük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Çocukken anlatıldığı ve hayallerimde canlandırdığım gibi değil hiçbir şey.
Zirvelerinin sislerde kaybolduğu dağlar yok. Uçan atlarda inzivaya çekilmiş sanırım. Setenay Guaşe Sosrıko’ nın peşinden de koşmuyordu. Tlepş’in örsü ise kim bilir nerede gömülüdür?
Ama tam karşımda heybetli ve mağrur bir şekilde Şakhe ırmağı duruyor. Tam karşımda can yarımız, kardeş, yoldaş Şapsığ, arkamda yeşilin bin bir tonunun uyumla dans ettiği Wubıh. Kim bilir bir zamanlar neler yaşandı buralarda. Kim bilir nerelerde oturdular, nelere sevindiler, nelere üzüldüler? O büyük soykırımda canlarını kurtarmak için buralardan ayrılmak zorunda kaldıklarında neler hissettiler? Eğer ruh denilen o soyut kavram gerçekse burada bir yerlerde olmalılar. Ah be güzel yitik ülke, ben mi yabancıyım sana, yoksa sen mi çok uzaksın bana? Artık Ayrılık vakti geldi, yolumuz çok uzun. Şimdilik hoşça kal güzel Şakhe. Sen hayatın içindeysen hayatta senin içinde…
Geri dönüş yolculuğuna çıkıyoruz. Köyden çıktıktan sonra biraz durup ağaçların gökyüzünü dallarıyla kapattığı yolda yürüyoruz. Çok uzaklarda ağaçların arasından Karadeniz zar zor seçiliyor.
Şaçe’den çıkıp Şakhe’ nin denizle buluştuğu yerden sonra Kıyı Boyu Şapsığdayız. Gündüz gözüyle her yeri görmeye her yere bakmaya çalışıyorum.
Şekheçey köyüne yaklaştığımızda Khuade Adnan duruyor. Sonra köye giriyoruz. Kendi adıma bu zamana kadar gördüğüm en güzel köy burası olmalı diyorum. Köyün içerisinde ilerlerken tüylerimi diken diken eden o yol tabelalarını görüyorum. Yol boyunca gördüğüm tüm yol tabelalarında kirilce tek bir şey yazıyordu: “Wubıh Sokağı…” İçimi bir cam kırığı çizdi sanırım. Sadece susuyorum.
Hoş, bakımlı ve mütevazi bir köy evinin yanında duruyoruz. Sonra yaşlı bir Thamate ile sohbet başlıyor. Çok anlamıyorum. Zaten o duygusallıkla aklımı bir şeye verecek durumda da değilim. Sohbet ilerliyor, yaşlı Thamate konuşurken sesinin çok titrediğini fark ediyorum. Yaşlılıktan olduğunu düşünüyorum.
Sohbet ilerledikçe sesi daha çok titremeye başlıyor ve bu köydeki aynı saat dilimi içinde ikinci şoku yaşıyorum: Thamate’ nin gözlerinden yaşlar boşalmaya başlıyor. Gözyaşlarının kirpiklerinden ayrılıp toprağa düşüşünü seyrediyorum. Sonra anlıyorum ki sesinin titremesi yaşından değil ağlamamak için kendisini tutmasından.
Ve ben hayatımda bu yaşta gözyaşı döken ilk ve tek Çerkes’i görüyorum. O duygusallıkla ve şaşkınlıkla boğazım düğümleniyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir şey sormaya da cesaret edemiyorum. Vedalaşıp yola çıkınca Jade Wumar ne anlattığını, neden ağladığını anlatıyor: “Burada bizim topraklarımızda, mezarlarımız üzerinde olimpiyatlar yapacaklar, bunu hazmedemiyorum”
İşte çok kısa bir özetle benim Xeku hikayem de böyle.
Bu yüzden Şekheçey köyü benim için çok özel bir yere sahiptir. Çok uzun bir zamandan sonra Şekheçey’i Çerkes Şapsığ Yaşlılar Meclisi eski başkanı Ruslan Ğuaşo’ya yapılan yıldırma ve baskı politikalarının haberlerini okurken hatırladım.
Ruslan Ğuaşo 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü anmalarında Geleneksel Thaleu ağacı altında yapılan bir konuşma nedeni ile, izinsiz miting yaptığı için zorla hasta haliyle mahkemeye çıkarılıyor ve para cezası verilerek hem manevi, hem maddi açıdan baskı yapılıyor.
Oysa talebi evrensel, kültürel ve insani bir hak: Sadece Çerkes’lerin bölgenin yerli ve otokton halkı olduğunu bölge idaresi tüzüğüne geçmesini istemek.
Bu uğurda mücadele eden insanlar dünde yalnızdı, bugünde yalnızlar. Kuyeko Nalbiy’in dediği gibi bu insanların hepsi birer ‘’Yalnız Orman’’. “Yağmur diner, su kalır geride, ot kalır, ağaç, çiçek, toprak kalır- görebildiğin sürece. Ancak yağmurun sesini hatırlarsın sadece...”
Ruslan Ğuaşo gibilerine sahip çıkmadığımız sürece, bir zaman sonra neden mücadele ettiklerini değil, isimlerini hatırlarız belki sadece.


O zamandan bu zamana sadece yüreği ve sesi titreyerek ağlayanların sayısı arttı kardeşim.
Henüz ağlamaktan bir şey yapmaya fırsatımız olmadı.
Duygu yüklü bu yazın sebebiyle seni kutluyor ve daha güzel günler görme dileğimi yeniliyorum.