Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Tihomirov Lev Aleksandroviç’in Anılarından Bir Bölüm
21 Eylül 2014 Pazar Saat 22:50
Tihomirov Lev Aleksandroviç - Gençlik yılları
 
 
Doğu Kafkasya silâhla ele geçirildikten sonra, şimdi Temruk’tayız, Batı Kafkasya’dan Adıgelerin kovulması harekâtına başlandı. Şamil’e ve Dağıstan’a ilişkin bilgilerim değişik yayınlardan aldığım kaynaklara dayanıyor. Ancak Batı Kafkasya’da (-Çerkesya-), gözlerimin önünde cereyan eden bu tarihsel yıkım, IV – VII yüzyıllarda Kavimler Göçü sırasında Avrupa’da yaşanan acılarla kıyaslanabilecek gibi değil. Bu konuda yazılmış olan yazıları  yeterince okumuş bulunuyorum. Arşiv belgeleriyle de bir tanışıklığım  var. Rusların bu yöreleri ele geçirişlerine ilişkin tarihi 1887 yılında yazmaya hazırlandığımda Yekaterinodar’daki (Krasnodar) ünlü araştırmacı/ tarihçi  Felitsin ile ilişki kurmuş, Ṡemez (Novorossiysk) ilçesi (okrug) arşiv belgelerine de ulaşmıştım.
 
 
Topladığım materyaller, istatistiki bilgiler, planlar, haritalar ve diğer belgeler, çok sayıda notlarım ile birlikte devrim sırasında yok oldular. Ancak bu belgelerde yazılı olan şeyleri anımsıyorum, ayrıca Batı Kafkasya’daki Dağlıların topraklarından kovulmaları olayının da tanığıyım. Bu harekâta katılmış olanların anlattıklarını da yeterince  dinlemiş bulunuyorum, ayrıca Dağlıların nasıl kovulduklarını gözleriyle  görmüş olan biriyim.
 
 
O sıralar   on- oniki yaşlarındaydım, çok şeyi algılayabiliyordum, harekâta, olaylara katılanların değişik yıllarda anlattıklarını, 1887 yılına değin dinleyerek geldim. Bazı olayları unutmuş ya da karıştırmış olabilirim, ancak gözlerimin önünde cereyan eden olayların, tanık olduğum şeylerin belge değeri taşıyacaklarına inanıyorum.
 
 
Böylesine bir ön giriş yapmamın nedeni, söylediklerimin diğer yazılanlarla pek uyuşmamakta olmasıdır, bunu biliyorum, ancak sözlerimin doğruluğunu uzman araştırmacıların önünde her zaman için  kanıtlamaya hazırım.
 
Yukarıda belirttiğim gibi, Doğu Kafkasya’nın işgal edilmesinden sonra, Batı Kafkasya’nın nasıl işgal edilmesi gerektiğine karar verilmesi için, Kont Baryatinski başkanlığında 1860 yılında Vladikavkaz’da bir toplantı yapılmıştı.
 
    Aleksandr İvanoviç Baryatinski-Алекса́ндр Ива́нович Баря́тинский
 
Toplantıya iki ayrı plan sunulmuştu. General Filipson Adıgelere karşı yumuşak bir politika izlenmesini, Rusların güçlü bir ordularının bulunduğunu onlara anlatmak gerektiğini, böyle yapılması durumunda Adıgelerin barışçı yollarla  Rusya’ya katılmalarının sağlanabileceğini söyledi. Ama bu önerinin kabul edilmeyeceği başından belliydi. 
 
 Grigori  İvanoviç Filipson-Григория Ивановича Филипсона
 
Yevdokimov’un farklı bir yaklaşımı vardı. Yevdokimov’a göre, “Adıgelerle birlikte yaşamak, onları kendimize yakınlaştırmak olanaksızdır, Rusya’nın güvenliği için onları yerlerinde bırakmak da tehlikelidir.  Olası bir savaşta Batılı ülkelerle Türkiye Dağlıları yanlarına alıp bize karşı kullanabilirler”. Rusya’nın çıkarı için Adıgelerin hepsinin yok edilmeleri gerektiği görüşündeydi Yevdokimov. En akılcı çıkış yolu Adıgeleri Türkiye’ye sürmek ve Adıgelerden boşaltılacak topraklara silâhlı Kazakları yerleştirmek olacaktır, dendi. Kont Baryatinski, Yevdokimov’un planına/ görüşüne katıldı ve karar o yönde çıktı.
 
 
Adıgelerin topraklarından kovulmalarından sonra, Kuban Hattı boyundaki (Линейнэ) birliklerle Karadeniz birliklerinin Adıgelerden boşaltılacak yerlere yerleştirilmeleri kararlaştırıldı. Ancak bu iki ordudaki Kazaklar böyle bir plana uymayacaklarını, göç etmeyi kabul etmeyeceklerini ve karşı koyacaklarını söylediler. Bunun üzerine Yevdokimov planda değişiklikler yaptı, isteyen Kazakların o yeni yerlere yerleşebileceğini, bu kişilere büyük paralar verileceğini, Kuban yöresi çevresindeki Kazaklar dışında, Don ve Terek Kazaklarından ailelerin de bu yerlere göç ettirileceklerini açıkladı ve o yönde bir karar çıkarttı.
 
                                     Soçi;Çerkeslerin yerlerine yerleştirilen Kazaklar,Ruslar ve Diğer Milletler
 
 
Yevdokimov, Batı Kafkasya’yı fethetmek dışında  hiçbir şeyi düşünmüyordu. Başka yerlerden kaldırılıp  yeni topraklara göç ettirilen ailelere değişik bağışlamalarda bulunuyordu. Öncelikle, General, Kazak birlikleri için evler, ahır ve ağıllar yaptırıyor, devlet de onlara büyük paralar, ayrıca üç ya da beş yıl yetecek kadar erzak yardımı yapıyordu.
 
Adıgelere gelince, onlar barındıkları dağları terk edip Maykop’a yakın düzlüklere yerleşmek ya da Türkiye’ye göç etmek seçeneklerinden birini seçmek zorundaydılar. Gerçekten yurtlarında kalmak isteseler bile o yerler Adıgelere yetecek miydi? O yerler 100 bin kişi için yeterli olabilirdi. Durum böyleydi. Ancak Dağlıların nüfusuna ilişkin yalan söyleniyor, gerçek sayı 5 ya da 10 kat daha azmış gibi gösteriliyordu. Daha sonra, 2 – 3 yıl sonra, kovulmakta olanların sayıları toplanırken söylenen düşük rakamların doğru olmadığı anlaşılmıştı. Ancak amaca ulaşılmış, St. Petersburgluların ve İmparatorun yanıltılması başarılmıştı.
 
 
Kasıtlı olarak Dağlıların nüfusunun düşük gösterilmesinin yol açtığı  zararlar vardır. Yerlerinde kalsalar, sayıca o denli az olan Dağlıların büyük bir tehlike oluşturmaları düşünülemezdi, ancak tehlike  algısını kafalara yerleştirmenin yolu bulunabilirdi. Bunun için Çar’a/ İmparator’a, Dağlılar ile uzlaşmanın olanaksız olduğu telkininde bulunmak gerekiyordu. 1861 yılında Yevdokimov bu fırsatı yakaladı, Yevdokimov, İmparator II. Aleksandr Çerkes sorununa bir çözüm yolu bulmak için Kuzey Kafkasya’ya gelmeye karar verdiğini öğrenen Yevdokimov birtakım entrikalar/ oyunlar çevirmeye başladı. Adıgelerden tanıdıklarını davet etmeye, kendilerini  sevdiğini söylemeye, topraklarından sürülmelerini kendisinin değil, Kont Baryatinski’nin istediğini  anlatmaya başladı. İmparator’un geleceğini ve Adıgelerin temsilcileri ile görüşeceğini, Dağlıların bütün istek ve kaygılarını ona anlatmaları gerektiğini, isteklerin kabul edileceğine inanmalarını, bu fırsatı kaçırmamalarını telkin etmişti.
 
Yevdokimov’un tanıdığı Adıgeler, kendilerine söylenen bu sözlerden umutlanmış olarak köylerine döndüler ve bunu her yerde anlatmaya başladılar. Politik bilinci gelişmemiş olan Dağlıları kandırmak zor olmadı.  1861 yılında İmparator Farze Irmağı kıyısındaki birliğimizin yanına geldi, Şapsığların, Natuhayların, Vıbıhların ve diğer kabilelerin temsilcileri de oraya geldiler. Temsilciler, İmparator’a, topraklarındaki Rus kalelerini yıkmalarını, Rus askerlerini geri çekilmelerini istediklerini, Rus idareci istemediklerini söylediler. Bu isteklerinin yerine getirilmeleri halinde barış içinde birlikte yaşamaya hazır olduklarını açıkladılar.
 
                                               Yevdokimov
 
 
Rusya’nın en güçlü düşmanları karşısında bile böylesine talepleri kabul etmeyeceği kuşkusuzdu. İmparator, Adıgelerle uzlaşmanın olanaksız olduğu kanaatine vararak o yerde  Yevdokimov’un planına taraftar oldu. Bu tarihten itibaren planın  uygulanması işi hızlandırıldı.
 
Bu arada Dağlıların Avrupa ülkeleri ile Türkiye’nin kendilerini koruyacaklarını umduklarını da belirtmeliyiz. Adıgeler temsilcilerini dış ülkelere gönderdiler. Natuhay beyi Kostenıko’nun İngiltere dönüşünü anımsıyorum. Kostenıko ve yanındakiler  Ṡemez (Novorossiysk) yakınlarında mola vermişlerdi, onları Ṡemez Kalesi’nden görebiliyorduk. Tanıdıklarımızdan Dr. Doroşoviç, Kostenıko’nun evine/ ziyaretine gidebiliyordu. Temsilciler umut verici haberlerle dönmemişlerdi. Hiçbir yerden yardım sözü alamamışlardı. Sadece Türkiye göç edecek olanlara kapılarını açacağı sözünü vermişti. Bizim hükümetimiz de zaten onu (göçü)  istiyordu. Adıgeleri Karadeniz kıyılarına yakın yerlerde toplanmaya zorlamak, bunları karşı kıyıya (Türkiye’ye) taşıyacak gemileri temin etmek, elden geldiğince en çok sayıda Dağlı’yı Türkiye’ye göç ettirmek için bizimkiler yoğun bir çalışma içindeydiler. Gönüllü olarak Türkiye’ye göç edecek olanlara dağıtılmak üzere devlet  Yevdokimov’a  100 bin ruble vermişti. Bu para tabii onca insan için yeterli olamazdı, Yevdokimov’un amacı, para verileceği haberini yayarak, dışarıya yapılan göçü özendirmek ve hızlandırmaktı.
 
Keyfi olarak, zorla Adıgeler topraklarından kovuluyorlardı. Başlarda kendilerini savunuyor, grup grup bir araya gelip ölümüne savaşıyorlardı. Ancak dört bir yandan öldürülmeye ve darmadğın edilmeye başlanınca, yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar. Rus askerleri ise planlı bir biçimde ilerliyor, Dağlıları ilerilere (- denize-) doğru sürüyor ve onlardan temizlenen yerlerde geciktirilmeden stanitsalar (-silâhlı/ müstahkem Kazak yerleşmeleri, köyleri-) kuruluyordu. Ordunun gerisinden getirilen Kazaklar, kendileri için oluşturulan bu yeni stanitsalara yerleştiriliyorlardı.
 
Adıgelerin çoğunun morali bozulunca karşı koymamaya, şaşkınlık  geçirmiş, sersemlemiş (зэрымыр хъугъэхэм) birileri gibi olup biteni izlemekle yetinmeye başlamışlardı, karşı koymuyorlardı, ancak topraklarını da terk etmiyorlardı. Artık toparlanma, ne yapacaklarını, nereye gideceklerini düşünmek/ kararlaştırmak gibi bir güçleri/ mecalleri kalmış mıydı ki? Bu arada onlara düşünmeleri ve bir karara varmaları için  gerekli bir süre de tanınmıyordu. Dört bir yana gönderilen ve pek de  kalabalık olmayan askeri birlikler her yeri yakıp yıkıyorlardı. Birliklerin hepsi eşgüdüm halinde köyleri ve  evleri ya da dağıtılan Adıgelerin gizlendiği derme çatma barakaları (çel/ чэл) arayıp buluyorlardı. Buldukları köyleri, evleri ve barakaları ateşe veriyor, gıda stoku ve malları, hayvanları yağmalıyor, erkekleri, kadınları ve çocukları kaçırtıyorlardı. Bu kişiler nereye kaçacaklarını  bilmeden korku içinde oraya buraya kaçışıyorlardı. Bu gibi kişiler askerlerin ulaşmadığı, henüz yağmalanmamış olan köylere kaçıyorlardı. Ancak çok geçmeden o gibi köylere de askerler varıyor ve acımasız soykırım savaşı oralarda da sürdürülüyordu. Sayıları giderek artan ve büyük gruplar oluşturan zavallı Adıgeler dağ sırtlarını aşarak batıya, Karadeniz’e doğru akıyor, peşlerinden de Rus askerleri onları izliyorlardı.
 
Sağ kalmayı başaran Dağlılar gemiler ve sıradan teknelerle Türkiye’ye götürülüyorlardı. Kovulanların sayısı yarım milyonu bulmuştu. Bu kadar sayıdaki insanı karşı kıyıya taşıyacak gemi ve tekne bulmak da bir sorundu. İnsanların bir ay boyunca tekne bekleyip durdukları görülebiliyordu. Karşı kıyıya nasıl götürülecekleri/ transfer edilecekleri  öncesinden düşünülmemişti.
 
Türk hükümeti çok sayıda Dağlı’nın Türkiye’ye göç edeceğini beklemiyordu. Bizim hükümetimizin de üç sivil gemi ile birkaç askeri gemi dışında taşıma işine destek vermemesini anlayabilmiş değilim. Kovulacak olanların  sayısının doğru söylenmemiş olması yanılgıya yol açmış olabilir, yüzbinlerce insanın yollara düşeceği hesaplanmamış olmalıydı. Özel gemi sahipleri Dağlılardan büyük paralar alıp gemi ve teknelerini tıka basa insanla dolduruyorlardı. Tifo ve benzeri salgın hastalıklar nedeniyle çok sayıda Dağlı o gibi teknelerde ölmekteydi.
 
Adıgeler dört yıl kadar askerî harekâta dayandılar, en zor yılı 1863’te yaşadılar. Dağlılara çektirilen eziyeti dile getirmek kolay değil. Sıcaklığın 20 dereceye düştüğü durumlarda bile kapalı yerleri ve yiyecekleri olmadan göç yoluna düşüyor ve ilerliyorlardı. O sıralar (-1863 yılında-) kış mevsimi çok soğuk geçmişti. Adıgeler salgın hastalıklar, en çok da tifo nedeniyle ölüyorlardı. Aileler kayba uğruyor, parçalanıyor (зэпэзырыз хъущтыгъэх), ana babalar çocuklarını yitiriyorlardı. Bir örtüden bile yoksun, hayvan inlerinde, mağaralarda ölüyorlardı.
 
Adıgelerin topraklarından çıkartılma biçimini, çektikleri sıkıntıları gözlerimle gördüm. Kovulma sırası Ṡemez’e geldiğinde, Ṡemez vadisi ile körfezi çevreleyen dağlardaki köyler ateşe verilmeye başlandı. Her bir vadiden yoğun dumanlar ve alevler yükseliyordu. Dağlarımızda o kadar çok insanın barındığını bilmiyorduk. Bir ay kadar bu sahneleri içimiz parçalanarak izledik.
 
   
Köylerin ateşe verilmesiyle iş bitmedi, ateş köylerden ormanlara da sıçradı. Uzun yıllar boyunca Ṡemez çevresindeki güzel ormanlarda yanmış ağaçlar ve ateşin kavurduğu kararmış ağaç kütükleriyle karşılaşıyorduk. Moralleri, özgüvenleri tükenmiş olan Adıgelerden artık kimse korkmuyordu, Ṡemez’e uzak olmayan bir yerdeki yanan bir ormana beni de bir kez götürmüşlerdi. Bir iki yıl önce ateşe verilmiş olan köylerin  enkazlarını  görmüştüm. Küçük çiftliğimizi (kutır) kurduğumuz yer, yakılmış o köylerden birinin yakınındaydı.
 
 
Açlık, soğuk ve salgın hastalıklar yüzünden ölen Dağlı sayısını Tanrı bilir. Ormanlarda ve dağ uçurumlarında ne kadar ceset bulunduğunu kimse saptayamıyordu, saptamak da olanaksızdı. Karadeniz kıyılarında ölmüş olanların sayısı  da saptanamıyordu. Hastalık kapmaktan ürkerek cenazelerini hemen toprağa gömüyorlardı. Gömüldükleri yerleri sonradan babam bana göstermiş, cesetlere kireç (етIэф) döküldüğünü, sayılarının çok olduğunu söylemişti. Ama sayının ne kadar olduğunu birilerine söylerken duymadım. Hiçbir kitapta da bu konuda  bir bilgiye rastlamadım. Göç eden Adıgeler içinden Türkiye’de günde 200 kadar kişinin öldüğü gibisine haberler alıyorduk. Henüz göç etmemiş olanların durumu da daha iyi değildi. Türkiye’ye göç ettirilenler Karadeniz limanlarından gemilere bindirilerek götürülüyorlardı, ancak en çok çıkış yapılan yer   Ṡemez limanı idi. Resmi rakamlara göre Türkiye’ye gönderilen 500 bin kişiden 100 bini Ṡemez'den gönderilmiştir.
 
 
 
Dağlılardan tek tük kişilerin kuytu dağ köşelerinde saklanma fırsatını bulduklarını belirtmem gerekiyor. Gerçeği söylemek gerekirse bunların sayıları fazla değildi. Bazen yöremizde Adıge erkeklerinin görüldüğü oluyordu, bir koruluktan başka bir koruluğa,  dağ çayırlarından geçip ormana dalanların görüldüğü söyleniyordu. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Kazakların bazı  Adıge grupları ile karşılaştıkları, Adıgelere saldırdıkları, bu arada bir Kazak’ın yitirildiği, ardından Adıgelerin dağılarak farklı yönlere doğru kaçtıkları gibisine  haberler  duyuyorduk. 1880’li yıllarda, 20 yıl boyunca saklanmış olan birkaç yüz Dağlı dağdan inip Karadeniz kıyısına yakın bir yerde iki köy kurdular. Onlara dağdan inme ve köy kurma izni verilmişti.
 
Ṡemez önlerinde sürekli olarak, 10 bin, 20 bin kişilik Dağlı toplulukları bulunduğunu görebiliyorduk. Bir grup gemilere bindirilip  uzaklaştırılsa bile, gerisi geliyor, başka gruplar aralıksız birbirini izliyordu. Yırtık dökük elbiseler içindeydiler, halsizdiler, hasta sayısı çoktu. İçlerinde yetim, anasız babasız kalmış çocuk sayısının çokluğu göze çarpıyordu. Adıgeler kaleye yakın ya da Ṡemez  Irmağının bataklıklı kıyılarının sırtlarında (нэпкъ) ya da boğazın öte yakasında(хытIуалэм иадырабгъу) toplanıyorlardı. Serebryakov’un yarı yıkık evi onlar için  bir barınma yeri olmuştu. Binanın çatısı kalmamıştı ama duvarlarının gerisinde toplanıyor, rüzgardan korunuyorlardı. Başka yerlerdeyse durum daha berbattı. Yere ağaç dalları saplayarak barakalar kuruyor, üstünü ne bulurlarsa onlarla örtüyorlardı. Birçoğu için, beraberinde getirdiği arabası konutu olmuştu. Hemen gidebileceklerini sanıyor, uzun süre beklemek zorunda kalabileceklerini bilmiyorlardı.
 
                   Ghelenjik, 6th October 1855, Simpson, William
 
Kıyıda gemi bekleyip dururken en çok hayvanlarını ve ev eşyalarını elden çıkarma işi ile uğraşıyorlardı: halı, kilimlerini, kapkacaklarını, sandıklarını ve başka eşyalarını satmanın peşindeydiler. Adıgeler bu eşya ve mallarını pazara getiriyorlardı. Ṡemezliler de beğendikleri şeyler çıkarsa satın almak üzere söz konusu  pazar yerine uğruyorlardı. Mallar sıradan ve bol olduğu için yok pahasına satılıyordu. İçlerinde çok değerli, iyi cins  atlara da rastlanyordu, ancak çoğunluk binek atıydı (şıvşı/ шыушы). İyi bir ev eşyası yoktu denebilir. Daha çok odundan yapılma eşyalar, Adıgelerin hamur yoğurdukları alçak sofralar (Iэнэ лъхъанчэхэр) ve benzerleri vardı. Doğu ülkelerinden getirilme fayans  eşyalar çok azdı. En çok bakır güğümler, testiler, çüvenler ve benzerleri vardı. Bazen de güzel kamalar satın alınıyordu. Adıge tabureleri çok alçak idiler, sandıklar, halı ve kilimler satın alınmaya değecek şeyler değildiler. Adıgeler kâğıt para almıyor, sadece gümüş parayı kabul ediyorlardı. O sıralar Ṡemez’de oturanlarda da  altın para yoktu.
 
 
Kentte oturanlar Adıgelerin hasta ve aç olduklarını biliyor, Dağlı kadınlara ve çocuklara acıyor, onlara elbise ve yiyecekler götürüyorlardı. Merhametli biri olan annem de  onlara ilk acıyanlardan biriydi. Adıgelere yardım amacıyla Ṡemezli kadınlar bir sivil örgüt de kurmuşlardı. Birçokları ana ve babasını yitirmiş bebelere, çocuklara acıyor ve onları yanlarına alıyorlardı. Kazak aileleri içinden de, tek tük  bu gibi yetim bebeleri büyütenler çıktı. Hekim ve şarap imalâtçısı Pençul Mihail Fedot oğlu bir çocuğa kendi soy adını verdi, onu kendi çiftliğine gönderdi ve eğitti.
 
Sergey adı verilen bu çocuk akıllı ve iyi huylu biri çıktı. Biraz büyüyünce de Fedot oğlu Pençul Mihail şarap yapım eğitimi alması için çocuğu Magaraçskiy okuluna gönderdi. Ardından Sergey’i evlendirdi, hane sahibi yaptı, Sergey, Ṡemez’de ticaretle uğraştı, toplumsal hizmetlerde bulundu ve belediye başkanı oldu. Yetenekli ve becerikli biriydi, kent halkı ona saygı duyardı.
 
Annem de iki yetimi, Adıge kız çocuğu Kaféze (Кафезэ) ile oğlan çocuğu Bjize’yi evimize getirmişti. İkisini de Hıristiyan yapıp onlara Rusça adlar vermişti. Kafeze büyüyünce çok güzel bir kız oldu. Uysal, söz dinler, akıllı ve dengeli biriydi. Ṡemez’e yerleşen bir askerle evlendi ve mutlu bir yuva kurdu.
 
Bjize (ona Aleksey diyorduk) evimize alındığında 14 yaşlarındaydı. Çabuk parlayan, inatçı ve işten kaçan biriydi, sağ kaldığı, açlıktan kurtardıkları için teşekkür edecek kişilerden biri değildi, annemle babama karşı bir nefret duygusu taşıyordu. Subay olmak istiyordu. Ancak Aleksey’in anlayamadığı şey, subay olmak için terbiyeli ve eğitim görmüş  biri olmak gerektiğiydi. İyi Rusça konuşuyordu ama akıllı bir çocuk değildi. Aleksey yüzü gülmeyen, sürekli öfkeli olan biriydi, ondan her an  bir kötülük beklenebilirdi, onu evde tutmak zordu. Evden birşeyler çalıp hapse düştü, sonrasında ne oldu, bilen yok. Aleksey’den konuşmak ağırıma gidiyor. İçini kimseye açmazdı. Sevgili yurtlarına el koydukları için Ruslardan nefret ediyor olmalıydı. Yüz görünümünden  aksi biri olduğu   anlaşılıyordu: Burnu kartal gagası gibi kemerliydi, gözlerini karşısındakine batıracakmış gibi bakardı. Adıgelerin Ruslardan nefret etmeleri ve diş bilemeleri için yeterince neden vardı. Kuzey Kafkasya’da yaşayan bir ulusun  yok edilmiş olması gibi olaylara tarihte fazla rastlanmaz.
 
Karadeniz kıyısından başlayıp Laba Irmağına kadar uzanan bir alanda yaşamış olan Dağlıların sayısı neydi bilemiyorum, ancak sayının milyona ulaştığını sanıyorum. İçlerinden düz yerlere göç edip sağ kalanların sayısı 100 bin kişiyi geçmiyor. 500 binden çok Adıge zorla Türkiye’ye yollandı, ancak bunların içinden birçoğu gemilerde ve Türkiye’de öldü. Yurtlarından kovulurken, henüz kıyıya ulaşmadan ya da ulaştıktan sonra, savaş, çile, salgın hastalıklar ve çeşitli sıkıntılar nedeniyle birkaç yüz bin Adıge daha can vermiştir diye düşünüyorum…
 
İşte bu biçimde büyük ve zengin bir ülke, o ülkede yüzlerce asırdan beri yaşamakta olan insanlar soykırım yoluyla “temizlenmiş” oldular…
 
Dağlılar bizleri en azılı düşmanları olarak (пый шъыхьахьым фэдэу) görüyor ve bizden nefret ediyorlardı, gemilere binerlerken şarkılar söylüyor, Ruslara lânet ve beddua yağdırıyorlardı, sevgili topraklarının gâvurlara ürün vermemesi için dua ediyorlardı. 
 
Ancak insanların başına gelen bu büyük yıkıma aldırmadan, daha önceleri Adıgeler için parıldayan, bereketli ürünler sağlayan doğa, toprak şimdi de Ruslar için parıldıyor ve bereket yağdırmaya devam ediyordu.
 
M. B. Smolin. Oçerki imperskogo puti (İmparatorluk Yolunda Bir Deneme). 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan ve adı bilinmeyen tutucu kişiler. M.: “Moskva” dergisi, 2000.
 
 
Adıge mak, 21 Mayıs 2014
 
 Not: Tihomirov Lev Aleksandroviç (1852 – 1923), bir askeri doktor çocuğu olup, Ĥuĺıĵıy (Gelencik)  doğumludur. Hulıjıy (Ĥuĺıĵıy) 1829 yılında Rusların eline geçmiş ve burada bir Rus deniz üssü kurulmuştu. Ünlü bir düşünür ve araştırmacı olarak tanınan Tihomirov Lev Aleksandroviç’in çok sayıda yayınlanmış eseri vardır. - hcy
 
Tire içindeki yazılar çevirmene aittir. - Hapi Cevdet Yıldız
 
 
Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız
 
Cherkessia.net, 21 Eylül 2014
 
 

Bu haber toplam 5846 defa okundu.


Fatma Ozbay

Anıları kitap olarakm yazılmış ? Hepsi Türkçeye cevrilmismi acaba. Eyer öyleyse nasıl ulasabilirim?

03 Nisan 2016 Pazar Saat 00:36
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net