





Bir akşamüstü İstanbul trafiğinde batı yönüne seyretmekteyim, Güneş ise göz bebeklerime dikey vurmakta. Arabanın camı dışarıdan toz ve çeşitli mahlukatın yapışkan kalıntıları ile bezeli, içten ise cigaramın zifiri ile cilalı, çifte cam katmanı oluşmuş görüş mesafemde.
Bordo renkli bir araç önümde! arka camına bir A-4 kağıdı iliştirilmiş! kağıtta okuduğum yazı ise!
“Satılık Otel Arsa” altında ise bir telefon numarası.
Bir anda kafam allak bullak! Satılık olan otel ise! arabanın arkasında ilana ne hacet var, ola ki yeni nesil reklamasyon metodudur dedim, adını. Bu seferde arsa ve otel bir arada ne alaka sorusu aklımı karıştırdı. Kısacık o an dilimi beynimi, alt beynimi allak bullak etti. Satmalar ile ilgili bilinçaltı meşguliyetim arka camda gördüğüm yazıyı bu şekilde okumama, algılamama sebep oldu sanırım. Biraz yanaştım araca ve elimi siper edip Güneşe, bir kez daha okurum ki yazıyı!
“Satılık Opel Astra”
Trafik akıp gitse, yazıyı ilk algılamamdaki şekli ile kalsa, araç değişik bir güzergaha sapsa! belleğimde kalan tek “bilgi” satılık otel-arsa olacaktı.
***
Çeçenistan !
İnanılması güç bir ekonomik, sosyal, modern devinim içinde. Devasa camiler, Selçuklu tarzı medreseler, sema ya yükselen gökdelenler, modern binalar ile baş döndürücü bir yükseliş içinde, bilmeyen inanamaz bu coğrafyanın henüz yakın bir zamanda savaş nedeniyle harap olduğuna. Öyle yada böyle güvenlik sağlanmış, iş ve yatırım dünyasının gözde kapısı olmuş petrol ve doğal gazın gücüne güç kattığı Grozni.
Peki, “Gerçekten Çeçenistan böyle bir yer haline geldi mi?” sorusuna diasporada yaşayan insanların cevabı kocaman bir HAYIR dır. Çünkü Çeçenistan orası değil Fenerbahçe burnundaki kulübelerdir, Ümraniye’de caminin altıdır şu kamptır bu kamptır Çeçenistan ve Çeçen meselesi buradadır Çeçenistan’da değil.
Çeçenistan’daki ciddi rantiye kavgasının o yakada görünümü “Opel Astra” bu yakada “Otel Arsa”dır.
ÇERKESYA ikinci dünya savaşından sonra yıkım görmedi öyleyken, ne devasa camileri var nede medreseleri, gökdelenleri de yok, iş dünyasının gözdesi değil, Çerkesya’da rantiye yok. Çeçenistan’ın hızla artan nüfusu ile kıyaslandığında Adıge nüfusu süratle eriyor. Çerkesya Rusya Federasyonu’nun belirlediği politikalar ile doğu ve batı diye yönetimsel olarak ikiye ayrıştırılıyor, gel gelelim kimsenin derdi değil. Mevcut statüleri zaten hiç Çeçenistan gibi olmadı!
Bu durumun bir tek açıklaması olabilir. Olmayan bir sorunu var kabul edip, var olan problemin göz ardı edilerek enerjinin boşa tüketilmesidir. Çerkesya sorunu acildir, ivedidir, her Adıgenin asli problemidir, bir anlamda namus borcudur, bu davaya hizmet vermek.
Neden namus borcudur?
İnsanın yerkürede var olduğu günden günümüze, atalarımızın taşıdığı, dantel gibi işleyerek günümüze ulaştırdığı ADIĞAĞE-ADIĞEXABZE yok olursa, öncelikle bu kültürün mensubu olan bizler devamında bu kültürün yok oluşuna sebep olan diğer topluluklar Tha’nın gazabından asla kurtulamayacağız, kurtulamayacaklar.
Bu nedenle namus borcudur.
ASİL olan insanın bedensel, ailesel, sülalesel varlığı değil, yaşadığı, taşıdığı, mensubu olduğu kültürüdür. Bir asaletten bahsedilecek ise bu asalet ADIĞE kültürünün binlerce yıldır süzülüp gelen asaletidir.
Bunadır namus borcumuz.
Atalarımızın kemikleri üzerinde kayak yapılacaksa, oteller, moteller inşa edilecekse buna ancak biz karar veririz. Başkalarının aldığı karar bize namus borcu olur. Bunu atlayanlar, bir gün mutlaka hesabını verirler.
Hayatı ve olayları ya doğru düzgün okur anlarız, ya da hayat trafiğindeki yazıyı okuyamadan kaçırırız, belleğimizde kalacak olan abuk-sabuk bilgi enerjimizi boşa harcar.
“Otel” ya da “Opel” önemli olan ayrıştırmak, yakalamak, anlamak. Yüce peygamberimize bile gelen ilk sure İKRA dır. Boşuna mı demiş atalarımız YEGE-YEPŞE diye.
ÇERKESYA mı? KAFKASYA mı sorusu enerjiyi boşa harcamak, topu taca atmaktır.
***
Bakın el oğlu nasıl yazıyor mektubu.
Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı 1.nolu Askeri mahkemesinin Gölcük Kuzey Kafkasya Kültür ve Dayanışma Derneği hakkında 1980 yılında verdiği gerekçeli kararda yazılı olarak arşivlerdeki yerini almıştır aşağıdaki bölüm.
Ne diyor, gerekçeli kararın ikinci sahifesinde Türkiye Cumhuriyeti Arşivleri !
“Sanıklar kendilerini Türk kabul etmeyip ayrı bir Çerkez ırkına mensup bulunduklarını, vatanlarının Türkiye olmayıp, ayrı bir Kuzey Kafkasya olduğunu..” vs vs devam ediyor.
İşte budur, bundan otuz yıl önce Türkiye Cumhuriyeti darbecileri tarafından yapılan tanım. Tanımda, Çerkez “ırkı” abes kaçmış. Olsun, olur böylesi az okumuşların hataları, önemli olan tespit. “Otel” mi, “Opel” mi? devam edelim.
Her ADIĞE Çerkestir, her Çerkes ADIĞE değildir, asla da olmamalı, bu gerçeğin aksine bir durum.
Kuzey Kafkasya’nın sürgün öncesi asli nüfusu ADIĞE’lerdi, diğer halklar az yada çok vardılar Kuzey Kafkasya’da, bugün fazlası ile varlar ve biz bunları! Xabze ve Adığağe gereği o zamanda yok saymadık, bundan sonrada yok sayamayacağız. Bu nedenle bu bölgenin adı ÇERKESYA’dır.
Çerkesya! yani Kuzey Kafkasya coğrafyası, Çerkes’im diyebilen, binlerce yıllık geçmişin süzgecinde ki ADIĞEXABZE’ye ADIĞAĞE’yi yaşayan, yaşayabilecek Tha’nı her kulunun vatanıdır. Hiç unutmuyorum Kaberdey’de bir Rus’un “Neden vatanınıza dönmüyorsunuz ? sizleri bekliyoruz, buraların sahiplerisiniz”’ dediğini. Bunun için diyorum bu kültürü korumak namus borcudur diye…


Merhaba Ş'hafit,merhaba Tsey, merhaba Saim;
2011 bana pek yaramadı, bu nedenle gerek kafa gerek zaman anlamında çok müsait olamıyorum,enerjimin bir kısmını da FK 1864 ile tüketiyorum sonuç olarak elde,avuçta enerji problemi yaşıyorum. İlginiz için sizlere teşekkür ederim...
Söylenecek de yapılacak da çok işimiz olduğu kesin.
Tha'ya emanet olun.
Sayın Yavuz yazdığınız her şeye katılmakla beraber aslında en temel sorunumuzun "namus " anlayışımızı seçmek olduğunu düşünüyorum. Biraz İbrahim beye paralel bir söylem gibi olsada aslında bilincin tek olduğuna ve o tek bilincin de her şeyi gördüğüne ama itiraf edemediğine inanıyorum. Bu asla bir suçlama değil çünkü kendimide dahil ederek bir çoğumuzun gerçek bilincimiz üzerine oturan,oturtulan yada oturttuğumuz prototip bilinçlerden ve bunların kendince geliştirdiği haklı "namus" algılarından sıyrılıp çok ama çok sağlam bir özeleştiriyi kendimize vermemiz gerekiyor sanırım.
En azından kişisel namusumuz ve onurumuz için.Yitirilen Masumiyetimizi çok iyi sorgulamadıkça ortak bir namus anlayışını yakalayamayacağız sanırım ama kendi adıma sadece şunu söyleyebilirim,özeleştirimizi kendimize verdikten sonra eğer masum değilsek, aynaya bakarak sağlam bir küfür savurmak ve bunun acısını kabullenebilmek, bundan kaçmak için;tüm geçmişini,masumiyetini, onurunu,sonuçtada varolduğun halka sorumluluğunu iğdiş etmekten daha ağır olamaz sanırım.
Bize hep kabul ettirilmeye çalışılan bir şey vardı:hayat bir savaştır.Ama şu söylem bence doğrudur;savaşta ilk kaybedilen şey masumiyettir.
Ama hayatı savaş yerine mücadele olarak görürsek değişen şey,mücadele denen şeyin onurla ve namusla yapılacağıdır bence. Zira mücadele onuruyla baktığınız yada girdiğiniz bir savaşta bile görürsünüz ki, savaşın bile bir onuru vardır.Düşmanınız bile savaşmaya cesaret edecek kadar cesur bir insandır. Seçmemiz gereken şey belkide bu, mücadele mi, savaş mı? Belkide her şeyi gören ama kabullenemeyen bilinçlerimizin seçmesi gereken şey bu bence.
Ve tekrar olacak ama bu hiç kimseyi suçlamak değildir.
Söylenecek o kadar çok şey var ki yazınızda, ama en kısaltabildiğim haliyle bunlar çıktı benden. Aslında derin bir konuya hiç birimizi incitmeden değinen uslubunuza teşekkürler.
Selamlar
Sayın YAVUZ belleklerimizi karıştırmaya çalışan o kadar fazla basınç varki. Bunca etkiyle bizim biz kalabilmemiz gerçekten büyük başarı.
Yeniden Çerkesleşmek lafını ben onun için seviyorum. Bizi biz olmaktan soyutlayan herşeyi çıkarıp atmadıkça bu kirlenme devamlı olacaktır.
o yüzden yeniden ÇERKESLEŞME VE ÇERKESYA DİYORUZ!
Selamlar.