Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Huşt Semih Akgün
OYUNA TERSTEN TUTUNMAK
30 Ocak 2015 Cuma Saat 09:26
Bu sıralar Kafkasya ve diasporadaki Çerkes aydınları arasında en çok okunan yazar Paul Goble’dir.

Türkiye ve Çerkesya entelijansiyası da, sağ olsun Aytek Kurmel arkadaşımız sayesinde Goble’yi okuma fırsatını sıcağı sıcağına yakalayabiliyor.

Çerkesler arasında Şapsığ boyu içinde ki Kobleler vardır, ad benzerliği de bir özdeşleşme haline dönüşmüş olabilir mi? Neden olmasın?

Goble; hem bölge hakkında derin bir bilgi ve birikim sahibi, hem samimi, hem de politik analizleri okuyucuda yoğun ve ufuk açıcı bir iz bırakıyor.

Üstelik genelde Rusya halkları ama özelde Çerkes halkı üzerine somut aktarımları var Goble'nin.

Yazarın 27 Ocak 2015 tarihli yazısı bana hem ilginç geldi ve hem de bugüne değin seslendirilmeyen bir konuyu da aydınlatmış oldu. Bakınız, Goble yazısında neler diyor:

“Ramazan Alpaut’a göre aralarında Kumuklar, Balkarlar ve Karaçaylar’ın olduğu Kuzey Kafkasyalı Türkî halklar Çerkes ulusal hareketinin düştüğü “hatalardan” kaçınacak, Rusya ile diğer ülkeler arasında anlaşmazlık konusu olmak yerine köprü işlevi görecekler.

Kumuk Kültürü Moskova Örgütü’nün başkanının görüşleri Moskova’nın Çerkes meselesine ne denli duyarlı olduğunu gösteriyor. Ayrıca iki-uluslu Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes ile çok-uluslu Dağıstan’da yaşayan Türki halkların farklı davranarak kârlı çıkmak için Çerkesleri bir ölçü kabul ettiklerini ortaya koyuyor.”http://www.cherkessia.net/news_detail.php?id=6543

Tarihsel olarak baktığınızda Kuzeybatı Kafkasya diye coğrafi olarak adlandırabileceğimiz Çerkesya= Çerkes/ Adığe halkının ülkesinin sınırları bir zamanlar, bugünkü Dağıstan topraklarının kuzeyinde Kumuk halkının da yaşamakta olduğu toprakları içeren genişliğe erişmiş idi.

Çerkes/ Adığe halkı sadece K.B.Kafkasya’da değil, dönem dönem, kısmen de olsa K.D.Kafkasya’nın kuzeyi ve dolayısıyla Orta Kafkaslar’da da dominant kültür oluşturabilmeyi başarmıştı. Dahası, sınırlar Azak Denizi kuzeydoğusunda bugünkü Rusya içlerine doğru uzanıyordu.

Gücünün doruğunda iken Çerkesler, batıda Abhazya’yı da içine almış, kuzeyde Don ırmağı kıyıları ve doğuda da Hazar Denizi kıyılarına değin yayılmışlardı.

Bu yazdıklarımın bir emperyal Çerkes politikası olduğu sanılmasın. Büyük Çerkesya, tekrar canlandıralamayacak kadar uzak şu an, tarihte ve düşlerde kalmış bir olgu. Bu sadece tarihsel bir saptama. Çerkes’in şu an ne Kumuk, ne Abhaz, ne Çeçen, ne de Osetler’in toprağında gözü var. Geçmiş geçmişte kalmalı.

Her biri kendi ülkelerinde, kendi kültürel-dilsel iklimlerinde, komşularıyla hep birlikte barış içinde yaşasınlar, yeter. Bugünkü Çerkes ulusu ve yurtseverliğinin tek dileği, her ulusun kendi ulusal toprağında, evrensel hukuka ve kardeşlik ilkelerine zarar vermeden  varlığını sürdürmesinden başka bir şey değil



Bendeniz Dağıstan’da ve Kumuk topraklarında da bulundum. Orada kaldığım süre içinde çok güzel dostlar da edinmiştim. Dağıstan’ın bu güzel halkı, yüzlerce yıldır, Kafkasya mozaiğine derin ve muhteşem katkılarda bulunmuştur. Aynı şekilde Karaçay-Balkar ve tüm Kafkas halkları gibi.

Hatta ilginç bir anekdot; Dağıstan’da bulunduğum 23 yıl öncesinden bir anı anlatmak isterim.

Orada bulunurken bana çevirmenlik yapan da Kumuk asıllı bir hanım idi. Zuhra adlı bu Kumuk hanımın ailesinin yemek davetini kırmayıp bir gece sohbetlerinde bulunmuştum.

Daracık bir odada yemek yerken karşımdaki duvarda asılı bulunan üç siyah beyaz fotoğraf dikkatimi çekmişti.

Üç fotoğraftan ortada olanı inanılmaz derecede İstanbul’da yaşayan bir Çerkes arkadaşıma olağanüstü benziyordu. Onu sordum, kim diye. Onların üçünün de dedeleri olduğunu söylediler. Şaşırmıştım.

Ortadaki dedelerinin bir benzerinin İstanbul’dan bir Çerkes arkadaşıma benzediğini söyleyince, hemen bir diğer yanımda oturan kişi, ki o sıralar Kumuk adlı derginin baş redaktörü olan kişi hemen atılıp, “Zaten bunlar da Çerkes” demesin mi?..

Zuhra’nın babası ise onun sözlerini doğrulayacak tarihi olayları anlatmaya başladı.

Kafkasya’nın Moğol istilası sırasında, Kumuk halkının katliamlara uğrayıp, kırılanlardan arta kalanların, dağlara, Dağlı halklara sığındıklarını anlattı.

O dönemlerde de Kumuklar, Dağıstan’ın ovalarına egemen oldukları için Moğollar onları neredeyse yok oluş noktasına itmişlerdi. Oysa çok zamanlardır dağlarda, güvenli şekilde yaşayan Dağıstan’ın Caucasicleri, Avar/ Maarula, Dargi/ Dargwa/ Khuruk, Lezgi/ Khural, Lak/ Gazi Kumuk gibi halkları mütevazi yaşamlarını sürdürmeyi başarmışlardı.

Kumukların pek az kalmış beyleri, reayalarını (köylülerini) yitirmiş halde  dağlılara sığınmışlardı. Çok zaman sonra Moğol istilacılar geldikleri gibi gittiler, daha sonra Kumuk soyluları (bey sınıfı) ovalara eski topraklarına dönmüştü. Ancak, bu kez Dağıstan’ın verimsiz dağlarına göre verimli ovaları insansızlaşmıştı.

Kumuk beyleri bu sorunu çözmek için toplanıp karar almışlar; Kafkasya’nın dağlı halklarına çağrı yapacaklar ve oradan geleceklere ortakçı olarak toprak özgüleyeceklerdi.

Bu karardan sonra her bir yana ulaklar yollanmış. Kimi Darganta’dan, kimi Gazi Kumuk’tan, kimi Avarya’dan, kimi Çeçenya’dan insanlarla geri dönmüş.

İstila sonrası Kumuk düzlüklerine gelen insanlar arasında epey sayıda Kabardey’den gelen Çerkes/ Adığeler de varmış. Gelenler Hasavyurt bölgesine yerleşmişler. Ve bunların bir kısmı da ilerleyen zaman içinde Mahaçkala ve Dağıstan’ın farklı bölgelerine doğru yer değiştirmişler.

Zuhra’nın babası Hüseyin Hüseyinov bunları anlattıktan sonra başka bir odaya geçti ve elinde uzun bir aile seceresi ile döndü. 500 yıllık bir secereydi bu. Hüseyinov ailesinin bilinen adları oradaydı. Secereyi aşağı doğru geçtiğimde, işte Dağıstan’a ilk gelen dedem dedi Hüseyin; “Arsen dede ve oğlu Arseniko=Arsenoğlu”.

Aradan yıllar geçtikten sonra genetik bilimindeki gelişmelerle beraber, bendeniz de konuya eğilme ve bilgi sahibi olma fırsatı bulduğumda, Çerkesler arasında ezici çoğunluğu oluşturan Y-DNA/ Erkek soyu, G Hg’un  % 11 civarında Kumuklar arasında da bulunmasına hiç şaşırmamıştım.

Kumuklar arasındaki bu % 11’lik azınlık, Kabardey’den gelen Çerkes/ Adığe babahattına dayanmaktaydı.

Kimileri Genetik bilimiyle uğraşanları “Kafatasçı”, “Irkçı” diye niteliye dursunlar, bilim, aslında insanları giderek birbirlerine yakınlaştırıyor ve kaynaştırıyor.

                                                                        ***
Şimdi konumuza geri dönelim ve konuyla ilgili yaşadığım bir başka öyküyü de anlatayım;

Las Vegas'ta kumarhaneye girmiş biri.

Önce söyleyelim, iyi ama çok iyi gözlemciymiş, o sadece seyretmemiş, okumuş pratiği.

Yanı başında bir Yahudi işadamına yanaşmış.

Onun etrafında çokça hareket olduğunu hissediyormuş.

Şişman ve her halinden fazlasıyla varsıl olduğu belli olan Yahudi, sürekli önündeki pulları öne sürüp duruyor ve sürekli kaybediyormuş.

Bizimki 1 saat içinde Yahudi’nin 650.000 Amerikan doları yitirdiğini kafadan hesaplamış ve bütün bu olanlardan ders çıkarıp, Yahudi ne oynuyorsa, tersini ya da bir başkasını oynamaya başlamış.

Öyle böyle, kazanmış, kaybetmiş ve epeyce de kazandığı bir saatte beni arayacağı tutmuş.

Heyecanlı heyecanlı "Ne yapayım şimdi?" diye bana akıl danıştı.

Hani ABD ile Türkiye'nin saat farkı dolayısıyla abuk subuk bir saat söz konusu.

Ben de ne deyim; "Kazandığın parayı yer misin, yemez misin? Bir başkasına hediye mi edersin? Bir yoksulu mu doyurursun? Yoksa gidip arkadaşlarına mı yedirirsin? Bilemem. Ama hemen oyunu kes, parayı cebine koy ve hemen oradan sıvış!" dedim.

Bir başkasının ters giden işine bakıp, "bu kör talih bana güler deyip", deli şapkasını kafanıza siz de geçirebilirsiniz. Belki gerçekten talihiniz yaver  gidebilir. Aradığınız her ne varsa, mutlu, zengin, kariyer sahibi de olabilirsiniz ama bu size onurlu bir yaşam bağışlamaz.

Olanlara belki acemi şansı deyip geçebiliriz. Neyse?

Çerkes ulusal hareketi, Rus halkının düşmanı olmadı hiçbir zaman. Fakat kendisine tarihin en büyük soykırımını ve sürgününü biçmiş bir rejime de sempatiyle bakmadı, bakmaz, bakamaz. Zulmün karşısında secde etmedi, edemez, etmemeli. Ta ki tarihsel haksızlıklar, adaletsizlikler giderilene değin.

Biliyoruz ki tarihi değiştirmek mümkün değil.

Yine biliyoruz ki, intikam ve duygusallıkla sonsuza kadar alev alev yanıp tutuşulmaz.

Şu sayfalardan bunu kaç kez yazdık. Fakat Rusya tarafından hiçbir olumlu adım atıldığını görmedik. Keşke yanılmış olsaydık da bugün her zamankinden daha fazla barışa yakın olabilseydik.

Yine de hiçbir şey için geç sayılmaz. Çerkes halkı, sağduyulu ve pratiktir.

Her zaman çözüme açıktır.Geçmişi değiştiremezsin ama şimdiyi değiştirmek...

Kimse bedeline katlanmadan başarıya ulaşamaz. Politika iki taraflıdır. Tek taraftan tavizle yürümez. Yoksa tarih göstermiştir ki “Kucak politikası” koltukta oturulduğu sürece devam eder.

Başkalarının ahıyla mutlu, müreffeh yaşayacağını düşünen yanılır. Dünyada ve bölgede tek başına olmadığımız ve beraberce yaşayacağımız düşünülürse, çözüm sağlanır. Yoksa monologlar ile hiçbir şey süregitmez.

Şu unutulmamalı; Çerkesya ve halkı  huzur içinde olmadığı sürece, ne Kafkasya’da, ne Rusya’da, ne dünyada barış sağlanır.

Uluslar arası denklemin içinde Çerkes ulusu yoksa, gerek RF’nin, gerek AB’nin, gerek ABD’nin, gerekse de tüm bölge güçlerin politikaları çöker ve başarısız olur.

Barışın teminatı, kuyruk sallayıcılar değil, onuruyla ayakta kalmayı başaran ama akılcı ve gerçekçi politikalar yürütenlerdir.

Onun için derim ki; komşunuzun "Talihsiz Bedevi" hal ve ahvaline bakıp oyuna tersten tutunmaya kalkmayın.


Bu yazı toplam 7085 defa okundu.





SEMİH AKGÜN

İslam Bayraktar; değerli kardeşim, bilgilendirici yazın için teşekkürler. Kafkasya; farklı bir bölge, dünyanın yalıtılmış/ izole bölgelerinden çok nadir olanlarından.
Çok dillilik bu bölgenin binlerce yıldır devam edegelen güzel bir özelliği. Halkların arasını açmak için Rusya'nın oyunları ortada, çok çok haklısın. Ve steril cümleler kurmak gerek.
Zira hemen farklı noktalara çekilebilir. Üstelik bu hassas konuyu kaşımak isteyenler ve buna teşne olabilecek çok sayıda güç ve insan var.

1. ve 2. maddeler konusunda ortak bir mutabakat var. Bende yukarıda belirtmiştim. Bu gayet doğal bir durum.
3.maddede Lingua Franca konusu Türk dünyasına açılmak noktasında Tatarca olarak değerlendirilebilir. Zira sonuçta Osmanlı'dan ve Kırım'dan gelen diplomasi Tatarca ile Kafkasya arasında köprü kurmuştur. Fakat Osmanlı'dan gelen diplomat ve askeri erkan arasında Çerkesçe veya Avarca konuşanlarda vardı.
Lingua Franca; halkların arasında geçerli dil olarak değerlendirilir.
Bu bölgenin genelinde her dönem, soykırıma kadar kalabalık olan Çerkes/ Adığeler'di.

Ben özellikle tarihi Çerkesya üzerinde durarak belirttiğim için Dağıstan biraz doğuda kalır ve düzlüklerinde Kumukça'nın çok zaman egemen olduğu da ortadadır.
Fakat Çerkesya dediğimiz zaman doğrudan Çerkes toprakları anlaşılmalıdır.
Arada dönem dönem Kabardey yönetimine giren Karaçay-Balkar, Oset, Abaza, hatta Çeçen ve Kumuk toprakları da söz konusu edilmektedir.
Bu oraların bugün Çerkesya toprağı olduğu anlamına gelmez, gelmemelidir. Herkesin toprakları, tarihsel ve reel olarak ortadadır.

Noğaylar'ın bölgeye gelmeleriyse, Osmanlı'nın Çerkesler'den ricası ile Noğay soykırımından kaçarak gelmeleriyle yani yakın tarih ile ilgilidir. Bu konuda Hapi Cevdet Yıldız'ın makalelerine bakınız.
Fakat Kuban'ın kuzeyinde bazılarınca Deşt-i kıpçak olarak bilinen bu geniş satıhda değişik Türki, Tatar, Kıpçak unsurlarıyla Çerkes, Çeçen gibi Kafkas toplulukları beraberce yaşıyorlardı.
Kuban ile Don arasında ki bu geniş alan Urallar ile Kafkaslar'ı birbirine bağlamıştır ve genetik sürüklenmeleri de beraberinde getirmiştir.
Her iki yönlü olarak.
Türki unsurların bu bölgeye gelmelerinin tarihi çok eski devirlere uzanır.
Onun için Kafkasyalılar ile Asyalı toplulukların karşılaşmaları, hatta karışmalarıda çok eski devirlere gider.

Bugün Noğay toprağı olarak bilinen Kızlar kasabası bir dönem Kabardey prensliğine bağlıydı ve Çerkes kalesi olarak da anıldı. Fakat sorunumuz bu toprakların kime ait olduğu sorunu değildir ve bugün zaten bölgeye tamamen yabancı bir işgal sözkonusudur.

Çerkeslerin kardeş Kafkas halklarına kimi zaman davet üzerine, sırf diplomasi bilmeleri ve politik becerileri sebebiyle gittikleri ve buraları yönettiklerini de biliyoruz. Hatta başarısız yöneticilerin amiyane tabir ile horlanarak postalandıklarını da.
Buraların halkları kendi dillerini her daim konuştular tabii ki. 4. madde konusuna girer bu konuda ama yönetsel olarak Kabardey'e bağlı oldukları dönemler oldu. Hatta dönem dönem yöneticilerin keyfi uygulamaları da.

Belirttiğiniz gibi ittifaklar ve rekabetlerde. Hatta bu politik hareketlerde etnik bölünmeden ziyade farklı soyların kendi aralarında sınıfsal tabakalaşmalarının etkilerinin olduğunu açıkça söylemeliyim. Yani Kabardey ve Karaçay aristokratları, halkların zayıf köylü tabakalarını sömürmeye de kalktılar. Daha çok şey anlatılabilir.

Ancak 1864'e kadar Çerkesya'nın Karadeniz kıyılarından, Kafkas dağlarının içlerine doğru geniş vadi, ova ve dağlarında Çerkesçe, batı veya doğu lehçesiyle yüzyıllardır egemen oldu. Dönem dönem kesintiler olması mümkün. Ama Lingua Franca bu bölgede hiç bir zaman Tatarca olmadı.

Kim kime yönetmiş bu çok önemli bir konu değil. Zaten Psi Halve'nin önermesiydi ki yanlışlığı ortada, bu konuda hemfikiriz kardeşim.

19 Şubat 2015 Perşembe Saat 09:51
SEMİH AKGÜN

Islam Bayraktar diyor ki;

Semih abi, ben iki tarafı desteklemiyorum Kafkasynın herkesi türkic halkları yönettiler veya herkes çerkesler yönettiler - iki taraf da yanlış ve halklar arasındaki ilişkiler bozuyor, amaç bu zaten.
Bazı yanlışlıkları düzeltirim, son verilere göre:

1) Tlostan süleliseye ek olarak bir de asıl Karamırza sülalesi vardır, R1a çıkmış. Noğay Karamırza ile karışmamak lazım, çünkü arşivlerde belgeleri vardır yani orijinal Misost kolu, 19 yy sonunda Kabardey bölgeden Karaçay'ya göç etmiş, rus-kazaklardan dolayı.
Kırgızlara da yakın, ama Karamırza ve Tlostan sülalelere R1a'nın karaçay klaster daha yakındır. Ama genel anlamda bu dal Orta Asyadan Kafkasyaya kadar uzanır.

Hem Tlostan hem de Karamırza (Misost) Inal'dan geldiği rivayetleri vardır. İnal'dan gelen diğer kolları Türkiye'ye göç etmişler (19yy sürgün sırasında), onlar da test ettirip İnal'ın nereden geldiği ortaya çıkartmak mümkündür. Çünkü o kadar ünlü bir kahramandan geldiğini bir çok aristokrat soylar yapmak ister, hükümet elinde tutmak için. Bu yüzden son nokta için bütün kolları test ettirmesi lazım. Örnek versem rus Rurik isimli bir kahraman ve devlet kurucusu varmış, bir çok aristokrat sülale oradan geliyormuş, DNA bunu desteklememiş .
Başka yerel örnek versem: karaçaylarda bir sürü kahraman isimleri var, halk kurucuları diyelim, bir çok soylar onlara ait rivayetlere göre, DNA testlere göre öyle değilmiş, yani kan akrabalık yokmuş, politik anlamında klan olarak olabilir diyebiliriz.

2) Kabar'lar kim? tarihçilere göre bir hazar kavimi deniliyor. Çoğu bilimsel tarihçiler türkic olduğunu söylenir. Ama şu anki Kabardey halkı ismi Kabard Tambiy aristokrat soyundan geliyor. Bu arada mühtemelen sadece isim benzerliği vardır, onun dışında herhangi bir bilimsel tespit yok şu ana kadar. DNA bize bir şey demiyor henüz çünkü hazar dönemine ait paleoDNA yok, bir de bir kısmı kabarlar Macaristana göç etmişler oradadan da şu anda bir şey yok.

3) Kafkasya'da Linguafranca Rus ve Osmanlı arşivlere göre Tatarçadır, bütün rus tercumanları, sözlükleri hatta literatür o döneme ait tatarçayı kullanır, en azından Küzey Batı- Merkez ve Doğu Kafkasya ve Ön kafkas bozkırları kesindir. Tam Batı Kafkasya ve Karadeniz kıyısı nasılmış bilmem, benim şahsım fikrim osmanlı türkçe ve adıge-abaz lehçeleri olması lazım, çünkü osmanlı kaleler vardı ve etrafları adıge-abaz nüfüsü.
Kendiniz sorun o zamanlara ait Linguafranca ne kadar güçlüydü?
Yalnız bazı aristokratları sülaleri, dini imamları ve ticari insanlar dışında yaygın olamaz kimse de konuşmaz, ne devlet baskısı vardı ne da o kadar yayın teknolojileri ve eğitim yoktu.
Yanı ruslar ve diğer yabancılar zaten sadece bazı aristokratlarla bağlantı tutuyorlarmış. Küzey Batı ve Küzey Merkez Kafkasyaya gelen imamları çoğu ya Osmanlı'dan türkleri, ya da Dağıstan'dan kumukları oluyordu. Tüccarlar bir çok dili bilmek zorunda . Normal halk?

4) Ne kabardey ne da karaçay-malkar bir birine yönettiler. Bunun için bir sürü deliller var. En ünlü olanlardan biri Holam taşına ait yazıları Kabardey ve Karaçay ve Balkarya arasında toprak bölme anlaşması, onun dışında Gürcistana giden rus diplomatları Pavel Zakharyev, Fedor Elçin, Fedor Bajenov 1639 Karaçay'dan geçiyorlarmış Krımşamhal evinde 10 gün konuk oluyorlarmış ve birçok bilgi vermişler. O zamana ait bütün tarihsel veriler var. Herhangi bir bağımlılık yoktu ne da Kabardey Karaçaylara veya Nogaylara ne da Karaçayların Kabardeye ve Nogaylara. Bu sadece bir kaç örnek. O belgeler dışında Kabardey'lerden bağımsız bir şekilde Karaçay Osmanlıya giriyor, sonra da Rusyaya geçiyorlar, Balkarya ve Digorya aynı şekilde beraber Rusyaya geçiyorlar.
Ama bazı aristokrat soylar örnek veriyorum Balkarya'dan Çegem dereden ve kabardey aristokrat sülalerle beraber diğer deredeki sülalere (iki rakip parti) saldırmışlar, nedeni de mal/para/insan, ama başarılı olmamışlar. Aynı şekilde bazı digor aristokratlar balkar aristokratlarla beraber diğer digor köylere saldırı düzenliyormuş. Yani o zamanlarda normal bir şey bir birine saldırmak kısa bir süre içinde ama uzun hükümet bağlılık yoktu, ondan dolayı Kafkasyanın her köşesinde her aileye ait kale ya da kule vardır, yani kendini korumak bağımlı olmamak için. Bir birine yarışan çoğu zamanda bağımsız feodalları vardı, tek bir merkezleri yoktu: kabardey, karaçay-balkar, osetler, kumuklar ve nogaylar, diğerler. Diğer tarafında aristokratsız bağımsız demokratik toplumları vardı: wubih, şapsug, çeçen-inguş, avar, laklar, lezginleri ve diğer dagistan dağlılar.

Şu kim kime yönetmiş hakkında yalan konuları son 10 yıl içinde artmış özellikler halklar arasında düşmanlık oluşturmak için ve internet üzerinde yayınlıyor. Ne bilimsel delilleri varmış ne da arşıv belgeleri.

19 Şubat 2015 Perşembe Saat 09:39
SEMİH AKGÜN

Psi Helva; biraz okumuşsunuz konuyu ama doğru bir yoruma ulaşmadığınız açık.
Sorularınıza sırayla ve kısa kısa yanıtlar vermeye çalışacağım
Öncelikle,

1) Osmanoğullarından bir hanedan üyesi diye bildiğiniz J2 Hg kiş baba tarafından Gürcü bir paşanın torunu.
Anne tarafından Osmanlı hanedanına ait olması babasoyunda etkisini gösteremez.
Osmanoğullarından olduğunu söyleyen ya da iddia eden 7 kişi R1a grubundan.

2) Osmanlı toplumunun tek bir kavimden ibaret olduğunu kim iddia etmiş ki bende edebileyim.
Böyle bir şey söyleyen olmuş olabilir mi?

3) R Hg'den olduğunu söylediğiniz kişi evet bilgim var Tahamatalar'dan.
Köklü bir Çerkes ailesinden.
Bence şaşırtıcı değil.
Y DNA sonuçta sadece babahatlarını gösterir, annehatlarını veya otozomol genetiği göstermez.
O kişinin benden daha Çerkes olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Zira kültürel, dilsel, toplumsal iklimin içinden gelmiştir.
Oysa ben asimile olmuş bir ailenin çocuğuyum.

Benim babahattım Çerkesya'da köken bulmuş G Hg hatta +U1.
Çerkesya'nın çeşitli bölgelerinde % 45'den, % 88'e kadar çıkmakta.
Hatta Şapsığ'da en yüksek oranlarına ulaşmakta.

Onun ki belki Hint, belki İran, belki Orta Asya, belki Doğu Avrupa'da köken bulmuş olabilir.

Bu bir yere kadar önemlidir.

Bir ulusu sadece tek bir hg'den oluştuğunu söylemek mümkün değil.
Farklı Hg'ler biraraya gelerek bir sentez oluştururlar ve belli bir coğrafyada demlenerek karışırlar.

Genetik, bir yere ait olabilmek için yeterli değildir.
Öyle olsaydı, safkan Çerkes olup, ihanet içinde olan çok insan çıkmıştır toplumun içinden.

4) İskitler konusu henüz çözümlenebilmiş değildir.
Bir tane İskit kurganında R1a çıktı diye tüm İskitlerin R1a olması bir yanılgıdır.
İskitler; geniş bir konfederasyondu.
Konfederasyonun içinde farklı hg'ler vardı.
Bunlar içinde halen başat hg unsurunun hangisi olduğu henüz bilinmemektedir.
İlerleyen zamanlarda konu daha da aydınlanacaktır.

5) Kabar /dey beylerinin Tatarca konuştukları sizin iddianız, hele de Kral Yınal'ın Türk kökenli olması inandırıcı değildir.
Kabarlar'ın, bugün yaşadıkları coğrafyanın daha kuzeye doğru Ukrayna'nın doğusuna doğru gelen geniş alanda bir zamanlar yaşadıklarını biliyoruz.
Bir dönem bağlı oldukları Hazar İmparatorluğunun vurucu-militer güçleriydiler fakat isyan ile onlarla yolları ayrıldı.
Aralarındaki savaşta yenildiler ve 3 ana parçaya bölündüler.
Bir kısmı doğuya doğru Başkırt, Karakalpak ve Tatarlar arasına göçtüler.
Diğer bir grup Macaristan ve Orta Avrupa'ya doğru.
Bir kısmı da Kafkas dağlarının içine çekildiler.
Dillerini doğruca koruyan tek grup onlar kaldı.
Yanyana yaşadıkları Karaçay-Balkarları genel olarak yönettiler.
Yani sizin dediğinizin tam tersi bir durum sözkonusu.
O bölgede Lingua Franca olarak Çerkesçe/ Adığebze'yi yücelttiler.

Velev ki Adyghe DNA Projesinde rastlanan Tlostan sülalesinin R1a olduğuna atıf yapıyorsanız sanırım, bu sülalenin Kralın torunlarından olması ne kadar kesindir.
Fakat dediğiniz gibi babahattı itibarıyla Kırgızlar'dan gelen bir soyun Çerkeslerin başına geçtiğini düşünelim.
Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Çok fazla sayıda halkın farklı orijinli insanlardan yöneticileri olmuştur.

6) Attika adının Yunanistan'da rastlanmasını ve Adığe adına köken teşkil ettiğini önerdiğinize göre bu iddianızı doğrulayacak, kanıtlayacak verileriniz umarım vardır?
Belki dediğinizin tersi; Çerkesya'dan bu ad neden Yunanistan'a geçmiş, ihraç edilmiş olmasın?

İran'dan G Hg'nin iddia ettiğiniz gibi gelmesi tamamen varsayımsaldır.
Fakat daha net bir bilgi; Mezopotamya ve Anadolu'nun doğusu daha kanıtlanmış bilgidir.

Uzaydan Çerkesya'ya zıplamış olamayacaklarına göre atalarımız Afrika'dan 55-60 bin yıl önce çıktıktan sonra yaklaşık 8-10 bin yıl kadar önce Anadolu'nun doğusundan bir yerlerden kalkıp kuzeye gelmişler ve Buz çağının etkisinin görece azalmasıyla bu bölgede yerleşerek yaşamaya başlamışlardır.
Örneğin +U1 mutasyonu da işte yaklaşık bu kadar bir tarihsel geçmişe işaret etmektedir.

7) Genetiğin amacı, haplogruplar üzerinden ırk veya ulus tanımlamaları yapmak değildir.
Bizde genetiği bir bilimsel disiplin olarak görüyor ve tarihimizin ortaya çıkartılabilmesi için öğrenmeye çalışıyoruz.
Kaldı ki; genetiği biraz bilen veya anlayan biri bu bilimden bir ırkçılık değil İnsancıllık çıkartır.

Her halde insanın kendini, ulusunu ve geçmişini tanıması, bugün ve geleceği için çok büyük değer taşır.
Bilmem anlatabildim mi?

18 Şubat 2015 Çarşamba Saat 23:05
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net