





Amerika’nın şahin kanadından ve 22 Ocak 2001 de A.B.D hükümetinin güvenlik işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olan bayan Condoleezza Rice gazetecilerle yaptığı bir söyleşide ‘’İsa elbette yeryüzüne inecektir, inmezse biz getireceğiz.’’ diyordu. Aynı ekibin görünürdeki başkanı G.W.Bush ise 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezine düzenlenen uçaklı saldırılardan sonra kameralar karşısına geçip ‘‘yeni bir haçlı savaşı’’ başlattıklarını ilan ediveriyordu.
Efsane kısaca şöyle; dünyanın sonuna yaklaşılan zamanlarda iyi ile kötü, doğu ile batı, güzel ile çirkin, ak ile kara vb. karşıtlıklar arasında armageddon denilen büyük bir savaş yaşanacak. Bu büyük savaştan sonra kıyamet kopacak ve yeryüzüne inen İsa vasıtasıyla tanrının krallığı kurulacak vs. Kitabı Mukaddes denilen incilin bir kısmında geçen hikâyeler ya da kehanetlerin yorumlanmasıyla geliştirilmiş bir tür mistik inanç. Önceleri küçük bir tarikat olan evangelistler artık Hıristiyan inancının en büyük kolu durumundalar, 1950’de 4 milyon olan sayıları beşyüz milyona ulaştığı tahmin ediliyor. İncil bilindiği gibi iki kısımdan oluşuyor ahti atik denilen Tevrat ve ahti cedit denilen İsa’nın sözlerini veya işlerini konu alan kısım. İsrail’in vaat edilmiş toprak oluğunu ve bir gün yurtlarına dönerek evangelizm etrafında seçilmiş Yahudi ve Hıristiyanların birleşerek yekvücut olacaklarına inanıyorlar.
Hedefleri dünyayı kurtarabilmek için dünyayı yönetmek; dünyayı yönetebilmek uğruna ise galiba ortalığı olabildiğince karıştırmak gerektiğini düşünüyorlar. Basın yayın yolu ile sürekli gündemde tutulan terör temayüllü Müslüman aşırılığının çok daha güçlü ve devletler düzeyine sızmış resmi türevi; Hıristiyan taassubunda gelinen son nokta. 2005-2009 yılları arasında Amerikan Dış İşleri bakanlığına getirilen aynı kişi 2006’da İsrail devleti Lübnan’ı acımasızca bombalarken şöyle demeç verecekti; ‘’Washington ve Tel Aviv’in hayallerinin gerçekleşmesi için bu doğum sancısı gereklidir’’
Kıyametçilik ve armegeddon senaryoları sadece Hıristiyanlıkta yer almıyor, ondan daha önce yeryüzünde hüküm süren eski Hint-İran dinlerinde de mevcut. İslam’ın içerisine de muhtemelen İran yolu ile girmiş olabilir. Şiilik’de kayıp 12. imamın kıyamete yakın ortaya çıkacağı inancı var ve bu yolla bir kurtarıcı mehdinin geleceği inancı kuvvetli. Fakat Kuran nezdinde ne mehdi ne de İsa’nın tekrar yeryüzüne geleceği hakkında bir hüküm yok. İslam peygamberine izafe edilen bir takım hadisler ve onu bir kâhinmişçesine anlatan hurafelerden öte bir delil bulmak da oldukça zor. İslami terimlerin çoğunu İran’dan öğrenen Türklerde de bu mehdi inancı özellikle son yıllarda sıkça tartışma konusu ediliyor. Kremlin’in soğan başlı kubbeleri ile ünlü Aziz Vasil Katedrali, ateşle arınmayı tanrıya ulaşmada meşru yol sayan kadim Rus inancı kıyametçiliğin bir tezahürü olan alev yalazlarını mı andırıyor aslında bu kubbeler, yoksa nedir?
1838 de Şapsığlere mektup yazan General Rayevski, Yahudilerin iki bin senedir gökten bir mehdi gelerek kendilerini kurtarmasını beklediklerini fakat özlenen peygamberin bir türlü gelmediğinden bahsederek, Çerkeslerin dışarıdan yardım alma umutlarının boş olduğunu, en kısa zamanda barış yaparak, bolluk bereket içinde yaşayacakları kutsal Rus Çarlığına boyun eğmelerini tavsiye ediyor. Hülasa; Çerkesler üzerinde yürüttükleri bütün bu imha savaşlarının nedenini ‘’dünya cenneti kurmak’’ olduğunu söylerken, Çerkeslerin binlerce yıldan beri üzerinde yaşadıkları cennet vatanlarını kan ve kılıçla yok ettiğinin ayırdına bile varamıyor!
Ne hazindir ki Rayevski’nin bir emsali kılığına bürünen kimi Çerkesler de bu günlerde onunla aynı yola girerek, hatta ona rahmet okuturcasına nağmeler kaleme alıyorlar. Ön planda demokrat, barışsever, adalet çağrıcısı, eşitlikçi olduklarını ifade etseler bile içlerindeki Türk ve Müslüman düşmanlığını ele veren kini, nefreti, kıskançlığı orta yere saçmaktan bir nebze olsun geri durmuyorlar. Özünde Çerkeslerin mutlu yarınlar için Kafkasya’ya dönüşünü savunduklarını beyan edenlerin önemli bir kısmı, Çerkeslerin hali hazırda yaşadıkları diaspora ülkelerinde faaliyet gösteren ayrılıkçı terör örgütlerine destek çıkan çağrılar yapıyor, Çerkesler veya Kafkasyalılar ile ilgili hemen her sorunu köy ve kentleri bombalayıp yıkarak, sivil insanları katlederek çözmeye alışmış olan ve devlet terörünü esaslı bir metot olarak kabul eden başta Rusya gibi ülkelerin Suriye’ye askeri müdahalesini meşrulaştırmaya çalışan ‘’yalakalıklar’’ yapıyorlar. Bu kişilerin dillerinden düşürmedikleri evrensel değer cümleleri, ancak onların insanları kandırmak üzere kullandıkları paravanlar olsa gerektir.
Çünkü Çerkeslerin anavatanlarına dönmeleri için yaşadıkları ülkelerin cehenneme dönmesi gerekmiyor. Anavatanda yaşayanların ve anavatan örgütlerinin biraz kıpırdanmaları yeterlidir. Oysa bunların hiç birinden ses çıkmadığı gibi, aklı başında bir kaç Rus vatandaşı ve insan hakları savunucusu dışında Suriye Çerkeslerinin Rusya’ya kabulü için çalışan kimsecikler bulunmuyor. Onbeş senedir Moskova’dan atanan, bir muhtardan biraz daha fazlaca yetkili başkanlar tarafından yönetildiklerini unutuveren bizim demokrasi-adalet-eşitlik savunucusu dönüşçülerimiz, gittikleri yerden Türkiye’ye on-line çeki düzen vermeyi kesip, aynı özveri ile bir an önce kendi etraflarını bilinçlendirmeye çabalamaları yerinde bir karar olacaktır. Zira esas meselemiz anavatan Çerkeslerini ayağa kaldırabilmek olmalıdır.
Ortadoğu, Hindistan’ın batısından Fas dâhil Atlas okyanusu kıyılarına kadar bir bütünlük arz ediyor, güney kesimi Afrika’nın ortalarına kadar girerken kuzey sınırı Kafkas dağları. Söz konusu olan koordinatları belirleyen şey enlemler ve boylamlardan çok siyasal olanın durumu. Bölge matematiksel konum olarak dünyanın ve insanlığın merkezinde olmasına rağmen tarihin dışında yaşanan bir yer. Bütün avantaj ve imkânlarına rağmen son dört yüzyıl boyunca tarihi yapan değil, tarih yapanların etkilerine maruz kalınan, edilgen bir yeryüzü parçası.
Ortak problemleri siyasal olarak belli bir yönetim stiline sahip olamamak, kendi kendini yönetememek, eğitimin kalitesizliği, öğretilmiş dini aşırılıklar, hızlı nüfus artışı, kaygı verici etnik meseleler, kaygan ulusal sınırlar, ekonomik sefalet ve geçim kaynaklarının yetersizliği, tarih yapanların ihtirasları etkisinde sürdürülen var olma mücadelesi. Dünyanın gayya kuyusu, belki başka bir gezegenin cehennemi, cennete ulaşmak isteyenlerin uğruna savaştıkları, efsanelerini gerçeğe taşımak için egemen güçlerin gelip sahip olmak istedikleri ve İsa’yı yeryüzüne döndürebilmek uğruna tanrıyı kızdırmak için oluk gibi masum kanı akıttıkları bir arazi parçası. Yokluğun aynı zamanda varlık yerine geçtiği tek yer. Büyük oranda Müslüman’dır Ortadoğu, kendi içerisinde devinip duran ama bir türlü dış dünya ile rekabete giremeyen İslami kıta sahanlığı.
İnsanoğlu hiç görmediği masalsı cennete ulaşmak uğruna kendisine yaşaması için her şeyi veren Dünya adlı cenneti kendi elleri ile yok ediyor. Kılıçlar bir başkasının cennetini cehenneme çevirmek üzere kınından sıyrılmış durumda ve bu akıl tutulması karşısında kimsenin yapabileceği pek fazla bir şey de kalmadı. Moğollardan beridir böyle zulüm görmeyen Ortadoğu boşalıyor kitlesel ölümlerle, trajik göçlerle.
Sahneye en son olarak ‘’caydırıcı savaş’’ söylemi ile Rusya çıktı. Bu stratejinin mimarları atom bombasını üreten ekipten J. von Neumann ve B.Russell. Rusların 1949 Ağustosunda kendi atom bombalarını patlattıklarında ABD ve müttefiklerinin derhal Rusya’ya saldırarak iş işten geçmeden önce Rusya’nın işinin bitirilmesini talep eden adamlar. Tarihin garip bir cilvesi olacak ki Rusya bu argümanın ardına sığınarak Suriye’ye asker yollayıp müdahale ediyor. Gerekçesi; Suriye’de savaşan kuzey Kafkasya kökenli militanların Rusya’ya saldırma olasılığı. Suriye’de iki bini Çeçen olmak üzere üç binden biraz fazla kuzey Kafkasyalı savaşçının olduğu tahmin ediliyor. Çarlar zamanından beridir, komşuları gerekse başka ülkelerdeki devlet dışı yapıları, örgütleri, güçleri kontrol etmekte özellikle SSCB döneminde mahir olan Rusya, Kafkasyalıların kendisine karşı kullanılmasından çok endişelenmiş gözüküyor.
Rusya’nın gerçekte amacı Ukrayna’nın yalnızlaştırılmasıdır. Suriye üzerinden Türkiye ve NATO ile gireceği bir it dalaşı, Rusya’nın klasik taktiği olan, düşmanın yardım ulaştıramayacağı mesafeden ve iki koldan hücum için iyi bir fırsat yaratmaktadır. İran’la birlikte güneye sarkan Rusya, ABD ve İsrail için tehdit oluştururken ve bu tehdide cevap yetiştirmek zorunda olan ABD bu işle meşgul durumdayken, Almanya ile anlaşan Rusya, kışın Ukrayna’yı rahatça boğabilir. Bu arada ABD’nin İran’la yaptığı nükleer barış anlaşmasının bir hükmünün kalmadığını söylemeye gerekte yoktur sanırım.
Barış yasaktır, haramdır kuşatılmış Ortadoğu için, zira barış diyen diller zehirli, uzatılan eller dikenlidir. Efsanelerindeki cenneti arayanlar için barış en büyük cezadır, çünkü Yahudi-Müslüman savaşının tetikleyeceği bir büyük armageddon hayalindedir iz sürücüler. Tıpkı bize ait olmadığımızı telkin ettikleri bu coğrafyadan nefret etmemizi de körükleyen içimizdeki ikiyüzlü simyacılar gibidirler.
Savaşın sonunda altın çağ gelecek diyorlar. Hayır, kendimizden utanmadığımız gibi, erinçlendiğimiz topraklardan da, birlikte nefes aldığımız insanlardan da nefret etmeyeceğiz. Zaten savaşa karar veren aynı kafalarla barışın yapılamayacağı da gayet açıktır.


Vural bey bu yazıya 1 imzada benden.
13 Ekim 2015 Salı Saat 00:25