Kent yaşamına geçtikten sonra çocukluğumu ve gençliğimi bir Çerkes köyünde geçirmiş olmaktan dolayi kendimi çok şanslı sayarım. Çok zengin Çerkes gelenek, görenek ve ahlakını bir köy sosyal yaşam bütünlüğü içinde edinmek özellikle köy kökenli son kuşaklar olarak bizlere nasip olmuştur.
Çocukluğumuzda Ramazan ayının yaz ortasina rastladığı yıllarda köyde geçen her saatin kendi içinde bir önemi vardi.
Sahurda kalkilip yemek yendikten sonra biraz kestirilir, tarlaya gidilip öğlene kadar çalışılır, evdeki hafif işler yapilir, ikindi namazı kılındıktan sonra iftara kadar olan süre rehavet içinde kadın ve kızların evde iftar hazirliklarina, erkeklerin ise köy meydanındaki büyük kavak ağacı altında veya etrafında neşeli vakit geçirdikleri alana taşınırdı.
Ramazanda taze et ihtiyacı köyden birinin koyun veya keçisini köyün ortasına getirerek, hayvanin el birligiyle kesilerek yüzüldükten sonra kilolar halinde isteyene satilmasiyla karsilanirdi. Burada hayvan kesme ve kasaplık yeteneği ön plana çıkan kişiler hemen devreye girer, güçten dusmus kimi yaslilar kenardan taktik vermezse rahat etmezkerdi.
Bir defasında Kolğho Recep Dede çok iri ve gösterişli tekkesini köy meydanina getirmişti kesilip satılması için.Tekke o kadar güzeldi ki herkesin bir kaç defa Masallahını alıvermısti.
Kolhğo Recep Dede resimlerde gordugumuz Nasreddin Hacaya tipa tip benziyordu. Daima yüzünde bir gulumseme dolasan, ozellikle cocuklari cok seven ton ton bir dedeydi. Gencliginde yillarca yakin uzak demeden baska köylerde cami hocalığı yapmıştı. En belirgin özelliği yaz kış demeden daima koyu gri kumaştan diz altına kadar uzanan kalın kışlık paltosunu sırtından hiç çıkarmaması idi.
O günde yaz sıcağına rağmen sırtında aynı paltoyla gelmişti. Recep dede daha giysilerini tek tek çıkarmadan Hağurnıko İsmail hayvanı kesmiş derisini yüzmeye başlamıştı bile. Bense tebessüm ederek bu sıcakta üzerindeki kat kat giysileri çıkaran Recep Dedeye odaklanmis bakiyordum. Her cikardigi giysiyi hemen yanindaki agacin dalına sırayla asıyordu.
Önce o kalin palto, altından ceket, altından örgü kaptan, gömlek, altindan uzun kollu içlik, altindan yarim kollu fanila ve onunda altinda atlet görünüyordu artık. Kendisini buyuk bir dikkatle seyrettigimi goren Recep Dede biraz muzipce gülümseyerek "Be dede niçin bu kadar çok giyiniyor bu sicakta diye düşünüyorsun, degil mi?" diye sordu bana. Ben de "- Evet yanmiyor musun Recep Dede?" sordum kendisine.
Kendi vereceği muzipce cevaba önceden gülerek "Yok hayir yanmiyorum, aksine güneşin sıcağı benim içine ulaşamıyor ki yanayim..." dedikten sonra daha akla yatkın olan sebebini sebebini anlatti bana.
-Ben yaz kış demeden köyden köye dolaşarak cami hocalığı yaptığım için hep kiyafetlerimle yatmak zorunda kaldım. Zamanla kalın giymeye alıştım. Ben şimdi sizin gibi ince giyinsem üşürüm diye korkuyorum...
Kolğho Recep Dedeyle ilgili bir başka komik anim:
Kompırtâme adındaki tarlamızda ailecek sabahın köründe tütün kırıyoruz. Dahası babam, annem ve ablam tarlada tütün kırıyor, ben ise günebakan sapından atımın sırtında etrafta şahlandıra şahlandıra zor zapteder gibi at sürüyorum. Tepeden eşşeğin heybelerinde kavunla, semerin üzerinde tıpkı Nasreddin Hoca gibi Recep Dedenin gelişini görür görmez atımla onu karşılayıp birlikte yol almaya başlıyoruz.
Recep Dede gülerek "Amman atına sahip çık, yoksa benim eşşek korkarsa beni aşaga atar alim Allah, diyor gülümseyerek. Tarladakilere el sallayarak "kolay gelsin, kolay gelsin" diyor. Az ilerde dere yatağı üzerindeki köprünün altından ihtiyaç gideren komşunun genç kızı fırlıyor dışarı. Bunu gören eşşek kazık fren yaptığında Recep Dede o meşhur paltosuyle küt diye yerde buluyor kendisini. Toz icinde kalan poltosunu silkeleyerek hiç bir sey olmamış gibi gülümseyerek genç kıza sesleniyor:
-Kızım acele etmeseydin ya, biraz daha otursaydın paltom toz içinde kalmayacakti...
Koyun bütün çocukları Recep Dedeyi cok severdi, bayramlarda mutlaka onun evine el öpmeye, hatta ikinci defa ugrayanlar cok olurdu. Çünkü bayramlarda nadir olarak jelatinli şeker ikram eden evlerden biriydi...
Köyün dedeleri belli bir köşeye, babalarimiz biraz baska bir köşeye kümelenir, delikanlilar aksam maçı yapar, biz çocuklar da her yaş grubuna bir şekilde eklenir, iftara kadar saatlerin nasil geçtiğini açlık ve susuzluğa rağmen anlamadan geçirirdik. İftarın rehavetiyle uzun teravih namazı biraz zor geçerdi. Fakat asıl eğlenceli bölüm teravihten çıkıp sahur dovulunun son çalındığı eve kadar geçen süreydi bizim için.
Gençler sahura kadar uyumaz, köyün korucusundan davulu alıp köyü sahura kaldırma görevini yerine getirirlerdi. Gençler kızlı erkekli köy tarlalarına gider, büyük eteş yakar, közde mısır, mevsimiyse yaş nohuttan çodur yapar, üzerine kavun karpuz yedikten sonra köye dönerlerdi. Biz küçük çocuklar, abi ve ablalarimiz etrafında, onlarin koruması ve gözetiminde neşeyle koşuşturarak oyunlar oynardık.Her yaş grubundan bir komedyen, bir akıldan, , bir-iki pşınawe, hatyako, çıkardı.
Kim kimin kaşeni bilirdik.
Nişanlanıp düğünü yaklaşan çiftlere herkes bir başka özenli davranırdı.
Yaklaşan bayramın nasıl bir bayramlıkla karşılanacağı ayrı bir heyecanla beklenir, gurbetten gekeceklerin yolu gözlenir, 3 günlük dini bayramlar akılda kalan şölenlere dönüşürdü adeta.
Bayramlarin 2. veya 3. gününde önceden belirlenen komşu köylerle futbol maclari yapılırdı.
Yine bir Ramazan Bayramindan sonra komşu köyden gençler sizinle futbol maçı yapmak istiyoruz diye köyümüze gelmişlerdi. Köyümüzün gençleri 70 li yıllarda birinci ligde top oynayan Balıkesir Sporu 11-0 yenmiş bir kuşaktan sonraki kuşaktı. O takim ki Fenerbahçe'ye Hasan ve Diyarbakir Spora Ali Kemal'i göndermişti.
Rahmetli Below Mustafa Agbi " önce bizim küçüklerle bir antreman maçı yapın, yenerseniz bizimle oynarsiniz" gibi bir teklifte bulunmuş ve 10 yaş civarı olan bizlere havale etmisti.
Tarihi rekorun altına düşmeden 11-0 maçı kazandığımızda komşu köy kaptanı tarihe şu notu düşmüştü: "Şu Orhanlı'yı bi yenebilsek Balikesir Ovasındaki hiç bir köy bizi tutamaz."