Hapae Erhan 'Ağır Yazı' başlıklı köşe yazısında Çerkes toplumunun insanlığa ne kattığını sorguluyor ''bu konuya kafa yormalıyız'' diyor.
https://cherkessia.net/author_article_detail.php?article_id=4822
Modern dünyada kaybolmuş, pesimist bir Çerkes bu çıkışı yapsaydı ''hadi be önce kendisini bulsun, sonra bunları sorsun'' der geçerdim belki. Ancak bunları yazan Çerkesce bir tını duyduğunda bile gözleri parlayan katıksız bir Çerkes ise işin rengi değişiyor. Ve özellikle Çerkes okuryazarlarının bir şey demesi gerekiyor. Ben o okuryazarların iyisinden olmasam da ''bir şey diyeceklerdenim'' tarafım budur.
''Çerkesler insanlığa ne kattı'' konusuna gelmeden, tarihsel istila süreçlerini, konumlarını, kıyaslarla özetin özeti yapmak gerekir belki de.
Başlıyoruz...
İngiltere'de son istila bilindiği gibi 11. yüzyılda Norman istilası. Çerkeslerin durumu İrlanda'ya benziyor. Yasadıkları coğrafya 6. yüzyıldan beri durmadan istilaya uğruyor. 1760 larda başlayan Sanayi Devrimi olmasa Avrupa'da köhne sıradan bir kıta olurdu en nihayetinde. Rus-Çerkes savaşları da sanayi devrimi sürecinde başladı, böyle bir durumda nasıl gelişip modern anlamda devlet kurulabilir ve insanlığa hangi buluş yapılabilirdi?
Muhatabımız Rus çarlığı o süreçte Avrupa'dan beyin ve teknoloji gücü transfer ediyordu. Çerkesya ise bu güce karşı Yeni Çağ öncesi imkanlarla mücadele ediyordu. Rus-Çerkes savaşları, Yeni Çağ ile Orta Çağ imkanlarının savaşları ki, Rusya savaşların son 60 yılında Yakın Çağ imkanlarına kavuştu ve Çerkesler hâlâ Orta Çağ imkanlarına sahipti.
Elbette çarlık Rusya'sı bu imkanları kendi üretmedi, Avrupa'dan transfer etti. Hanedan Alman, bilim teknik Alman, Hollandalı, İngiliz, ordu ve siyasette bir sürü Avrupalı var. Çerkes Rus savaşlarını, Çerkeslerin sadece Ruslarla yaptığı savaş olarak görmek eksik kalabilir. Rus-Çerkes savaşları biraz büyüteçle baktığımızda Çerkesya-Rusya+Avrupa savaşı olarak da görülebilir.
Rusya'nın arkasında koskoca Avrupa vardı. Yakın Çağ teknolojisini elde edene kadar da, kontrol ettiği 72,5 milleti yanına alarak Çerkeslere karşı savaştı. 1714-1763 arası ilk dönem de Çerkeslerin karşısında doğrudan Rus ordusu yoktu, çünkü daha yeni yeni Yeni Çağ teknolojisi Rusya'ya transfer ediliyordu.
Rusya 1453'de başlayan Yeni Çağa, 1760 lar da girdi, 1800de başlayan Yakın Çağa 1820 lerde girdi. Çerkesya ise 1864 e kadar 1453 öncesi Orta Çağ imkanlarına sahipti. Ha keza Gürcistan da öyle, Kırım hanlığı da öyle
Rus çarlığı 1760'lara kadar, Moğol imparatorluğu taktiği ile Orta Çağ imparatorlukları gibi genişledi. Bu süreçte teknik olarak Çerkeslerle aynı olanaklarda olduğu için doğrudan Çerkesya'ya bulaşmadı. Ancak 1760 larda artık Yeni Çağ teknolojisini transfer etmiş, cesaret bulmuş Rusya Mozdok kalesini dikti, 20-30 yıl sonrada Anapa'ya saldırdı.
Peki Çerkesler Ruslar gibi neden Yeni Çağ teknolojisini transfer etmediler? Veya soruyu şöyle soralım, Çerkesler kimden Yeni Çağ teknolojisini transfer edebilirdi?
Osmanlıda yok, İran'da Avşar hanedanı son günlerini yaşıyor ve Kaçarlar geliyor ki onlarda da yok. Kırım o dönem yıkıldı yıkılacak. Gürcistan'da yok, Orta Asya'da Kazak ve Özbek hanlıklarında Yeni Çağ teknolojisi ne gezer.
Orta Asya zaten 1802-1805 yılları arasında Rusya'ya 3 yıl direnebildi, kadim devasa şehirleri bilim merkezleri vardı üstelik, işe yaradı mı? Hayır. Asıl sorun, Çerkeslerin Orta Çağ teknolojik imkanların da kalması ve nasıl çıkacaktık bu süreçten, var mıydı imkanı?
Kıyaslara devam ediyoruz...
Romenler, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar Hırvatlar kendi çabalarıyla mı Orta Çağ yaşam tarzından çıkıp uluslaştılar? Arkalarında Yakın Çağ teknolojisine sahip emperyalist ülkeler vardı. Bu sürecle Orta Çağ şartlarından sıyrılıp hızlıca uluslaşıp, askeri, teknolojik, siyasi ve ekonomik destek alarak isyanlarla bir şekilde eğreti ulus devletler kurdular, ki Yunanların ulusal lideri bile yoktu, kalkıp Danimarka-Alman karışımı bir hanedan getirip başlarına koydular
Bulgar Çarlığı hanedanı Almandı. Keza Romanya kralı da Almandı, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi şeytanla el sıkışıp bağımsızlık kazanma gibi durumu da yoktu Çerkeslerin, zaten bağımsızdılar.
Rus-Çerkes savaşlarında Çerkesler, eğitimden şehir kurmaktan önce yaşamak adına ordu-silah için Yeni Çağ teknolojisini bir nebze yakalamaya çalıştı. Barut, top, tüfek yapım teknolojisi elde etmeye çalıştı ve kısmen elde edip üretim yaptılar. İmkanlar bu kadardı.
1829'da Fransa Çerkesya konusunda tamamen Rusya'nın destekçisi olmuştu. Rus çarlığı ordusunda deneyimli Alman generaller subaylar ve Alman birlikleri Çerkesya'ya sevk edilmişti.
Rus ordusunda Zass, Anrep, Rozen dedikleri generaller hep Alman. Wüttembergli süvari alayları vardı Rus ordusunda. Ha keza Rus ordusunda görevli Blaramberg Alman, Lyule Fransız, Çarlık bilim adamı Adolf Dirr Alman.
Durum şu, bir tarafta Wüttembergli süvari alayları, diğer tarafta Kazaklar, diğer tarafta Ermeni birlikleri, Almanlar tarafından eğit-donat yapılmış Rus ordusu dragon dağ taburları ve alayları. Çarlığın dört tarafına Almanlar, Fransızlar, Hollandalılar tarafından kurulmuş mühimmat, top, silah fabrikaları, tersaneler hepsi Rus çarlık ordusunun hizmetinde.
Kırım Savaşı'nda 1853-1856 arasında, Fransızlar yan çizdi ve Çerkesya'ya Kubana girmeyi reddederek İngilizlere de harekat yaptırmadılar. Osmanlı Yakın Çağda Yeni Çağ askeri teknolojisini elde etmek için adeta kıvranıyordu.
Osmanlı'nın 19. yüzyılda elde edemediği Yeni Çağ teknolojisini Çerkesler nasıl elde edecekti?
Çerkesya Yeni Çağ teknolojisini askeri olarak elde edebilseydi, savaş Rus çarlığının yıkılışına kadar devam ederdi şüphesiz. O sürece kadar da Çerkesya'da askeri idare ve sivil meclis bazlı bir devlet yapısı kurulmuş olurdu. Alfabe de okullarda olurdu, şehirler de olurdu en başta Anapa, Gelencik, Tsemez ve hatta Soçi fiyakalı şehirler olurdu. Rus-Çerkes savaşları sürecinde bölgesel feodalizmler zaten bitmişti, illaki bir devlet kurulurdu.
18. yüzyılda Çerkesler birebir Çekler, Slovaklar, Litvanyalılar, Slovenler, Belaruslar, Ukraynalılar İrlandalılar ile aynı çağdaş ayardaydı. Tek fark, ilk üçünde Alman aristokrasisi, dördüncüsünde İtalyan, beş ve altıncısında Rus çarlığı, yedincisinde İngiliz aristokrasisi hakimdi.
Kıyaslara devam...
18. yüzyılda Çerkesler ve Norveçliler arasında teknolojik ve çağdaşlık noktasında fark yoktu, tek fark Çerkesler bağımsızdı Norveçliler Danimarka krallığının tebasıydı.
Norveçli binlerce fiyort da 18. yüzyılda Orta çağ şartlarında yaşıyordu, balık avlıyordu, küçük tarım ve hayvancılık yapıyordu, okul yoktu, kır hayatı yaşıyordu, Danimarka kralına vergi veriyordu.
Belaruslar 18. yüzyılda Çerkeslerden daha az nüfusa sahiplerdi, Orta Çağ şartlarında yaşıyorlardı, çara vergi veriyorlar, çarlık tarafından kötü kaba saba medeniyetsiz insanlar olarak hakir görülüyorlardı. Ukraynalıların kurduğu en büyük şehir de 17. yüzyılda Baturindi aynı zamanda başkentleriydi ve 15 bin nüfusluydu 17. 18. yüzyılda muhtemelen Çerkes seçkinleri olan Zanıkoların sahip olduğu Anapa'da 15-20 bin nüfusluydu.
Sorun şu kısaca, Çerkesler istemeseler de 19. yüzyılda hâlâ Orta Çağ imkânlarına sahiplerdi ve 1760 dan sonra Yeni Çağ, 1820-30 dan sonra da Yakın Çağ teknolojisine sahip olmuş kıta Avrupası destekli devasa bir ölüm makinası karşılarındaydı.
Hapae Erhan, Çerkeslerin Hristiyan olmalarının onlara daha faydalı olabileceğini imliyor yazısının başında?
İrlandalılar Kuzey Avrupa'nın en eski Hristiyan halkı, daha 7. 8. yüzyıldan beri alfabeleri kitapları var kiliseleri var, bir çok kitap yazdılar ama 20. yüzyılda bağımsız değillerdi. 19. yüzyıldan itibaren durmadan göç verdiler Amerika'ya Meksika'ya Kanada'ya Avustralya'ya, Yeni Zelanda'ya. Şu anda Amerika'da, Alman kökenlilerden sonra gelen ikinci kalabalık etnik grup İrlandalılar. Kiliseleri olmaları, yazıları olmaları, muazzam bir nüfus artışı olmaları onlara fayda vermedi.
Biraz geriye gidelim,
14. 15. 16. 17. 18. 19. yüzyılda Çerkesler devlet, hatta devletler sahibiydiler, hatta cumhuriyetlere sahiptiler ama bu yapılar Yeni Çağ ve Yakın Çağ dediğimiz modern çağların devletleri gibi değildi, Orta Çağ düzeyinde kalmıştı mecburen, el mahkum.
Şimdi bunlara beylik ya da demokratik veya feodal kabile sistemi demek tarihçilik açısından doğru olur mu? Orta çağın 7 Anglosakson krallığı vardı, bunlar devlet değil miydi? Veya Sırp ve Bosna krallıkları? Şimdi kalkıp Bosna kralı Tvartko bir feodal beydi dese herhangi bir tarihçi gülünç olmaz mı?
Ya da, Zikhya kralı Vezrakhe ile 14. yüzyıldaki Bulgar kralları Asenler arasında ne gibi fark vardı?
1800 yılında Yakın Çağ başlayana kadar, Yeni Çağ da, Orta Çağ seviyesindeki her bağımsız oluşum devlet olarak algılandı. Ancak Yakın Çağda sanayi devrimi ile birlikte bu algı batıda yıkıldı. Çünkü emperyalizm sürecinin gereği olarak, işgal etmek- sömürmek için bu yapıları devlet olarak görmüyorlardı. Ve devlet olmak için kriterleri kendilerine göre güncellediler
Şehirler, sanayileşme, okullar, üniversiteler, şirketler, yeni vergi sistemi, askeri okullar, fabrikalar, gelişmiş silah üretimi yapabilme, dini kurum, bilim ve sanatın devletin kontrolüne tamamen geçmesi ve bilim ve sanatın devlet kontrolünde dallara ayrılması vb. yeni kriterler oldu. Ha keza bu kriterlere göre Çerkesya gibi ülkeleri artık bağımsız ve devlet olarak görmez oldular.
Rusya'da bu kriterlere göre Batı tarafından yaratılıp Osmanlı ve onun hinterlandındaki bağımsız halklara ve bölgelere karşı konuşlandırıldı dersek yanlış olmaz. Bunu Putin bile itiraf niteliğinde Ukrayna işgali başlamadan iki gün önce söyledi
Yakın Çağa bu kriterlerle girmemiş hiç bir ulusu desteklemek gibi bir düşüncesi yoktu batılı büyük devletlerin, bu nedenle bu kriterlere Yakın çağda sahip olmamış, ama günümüzde hasbelkader bağımsız devletler olan devletlerle Çerkeslerin ittifakı gerekiyor şartları zorlamak için. Ukrayna, Litvanya, Letonya, Estonya, Çekya, Finlandiya gibi.
Sonuç ;
Avrupa'nın emperyalist ülkelerinin imkanlarını ve teknolojisini arkasına alıp, Yeni Çağ ve Yakın çağın devasa askeri teknolojisi ile donatılmış ve 72,5 milletten insanı, profesyonel askeri de yanına alıp, küçük Çerkesyaya saldırmış devasa bir orduya karşı hiç bir yerden yardım almadan 101 yıl vatanını savunabileceğini göstererek, insanlığın Yakın çağda hızla kaybetmeye başladığı, haysiyeti ve onuru göstererek insanlığa çok şey kattı Çerkes halkı.
Bugün elimizde modern çağda hiç bir halkın başına bu derecesi gelmemiş felaketler silsilesine rağmen, yaşayan var olabilen bir Çerkes halkı var. Ve bu halk, 21.yüzyılda dünyanın neresinde olursa olsun, her sene aynı gün, aynı saatlerde bir alıç ağacının dalına aynı Çerkes peynirini koyabiliyor. Bu şu demek, güçlü geleneksel kimliği dünyanın onca kaosuna rağmen canlı, ayakta.
devam edecek...
2. bölümde Çerkes halkının modern dünyaya-insanlık mirasına kattığı birikimleri, zenginlikleri ve kişileri konuşacağız.
Öncelikle yazın harika olmuş. Tespitler harika.
Çerkesler, Demokratik,Adil,Toplum yönetimi açısindan Siyonist,Faşist,Sömürgeci,Din tacirlerinin önlerindeki en büyük engelleri olacak binlerce yıllık kadim bir medeniyetti. Kullanıldılar, işleri bitince dışlandılar. Yaradılış gayelerine uygun yaşadılar diye düşünüyorum
Değerli yazar, Hapae Erhan’ın öz eleştiri yaptığı yazısını eleştiren üçüncü şahıslara hadlerini bildirmek üzre kaleme aldığınız yazınızda Erhan Bey’in eleştirdiği yaklaşımı sergilediğinizin farkında mısınız? Şöyle ki;
1-Erhan Bey, "Bu güne kadar sürgün ve xabze ile alakalı yazıp konuşuyoruz, başka konu yok, çünkü tarihsel birikim yok, bilgiye ulaşmak, dünyanın değişimini görmek için başımızı az bir kaldırmamız gerek, ve hiç bir şey bilmediğimizi baştan kabul ederek, işe koyulmak gerek. .... İçinde Çerkes kelimesinin geçmediği bir Çerkes Romanı yazmak, ya da Oşhamafe’siz bir film. İnsanlığa ne kattıkla ilgili kafa yoran yazılar. Yoksa hiç mi katmadık meselesini sorgulayan düşünceler silsilesi nerede? Her şey yeni baştan ve sıfırdan. Genç kuşaklar umut sizde. Bizde bir şey kalmadı." demek suretiyle belirli kalıpları aşamamış olmanın pek bir fayda sağlamadığı ana fikrini savunmaktadır. Buna karşın siz “Neler kattık neler diyerek yazarın eleştirel yaklaşımını reddetmiş oluyorsunuz. Erhan Bey Sapiensin yazarı Hariri’ye atfen Avrupa’nın gelişmesini “Biz hiçbir şey bilmiyoruz” ön kabulüne bağlıyor. Prof. Dr. Oral Sander’in “Siyasi Düşünceler Tarihi” adlı eserinde ise, ağır kara sabanın keşfi Avrupa’nın tarihini değiştiren asıl etken olarak gösterilmekte, ağır kara saban kullanılarak açılan kanallar sayesinde bataklıkların kurtularak tarıma elverişli hale getirildiği, tarıma geçmekle Avrupa’da yerleşik toplumsal yaşamın başladığı, toplumun idareci krallar atadığı vs anlatılmaktadır. Buyur buradan yak. Hangisi Avrupa’nın önünü açtı: Hiçbir şey bilmemekle işe başlamak mı? Ağır kara sabanla bataklık kurutmak mı? Daha sanayi devrimine çok var.
2-Hapae Erhan, Gürcistan'ı ele alarak, Tiflis benzeri bir iki kasaba-kent kuramayışımızı sorguluyor. Buna karşın siz bütün Avrupa ülkelerini ve tarihlerini Çerkesya ile kıyaslayarak, şöyle diyorsunuz: "Bugün elimizde modern çağda hiçbir halkın başına bu derecesi gelmemiş felaketler silsilesine rağmen, yaşayan var olabilen bir Çerkes halkı var. Ve bu halk, 21.yüzyılda dünyanın neresinde olursa olsun, her sene aynı gün, aynı saatlerde bir alıç ağacının dalına aynı Çerkes peynirini koyabiliyor. Bu şu demek, güçlü geleneksel kimliği dünyanın onca kaosuna rağmen canlı, ayakta". Yine kendinizi Erhan Bey’in eleştirdiği kalıplar içine hapsettiniz. Arkadaşınızın tavsiyesine uyup başınızı kaldırın İtalyan, Fransız ve İngiliz peynirlerine bakıp, Dünyada onlar mı meşhur Çerkes peyniri mi? Kıyaslayın. Ve kendinize şu soruyu sorun: Çerkeslerle irtibatı olmayan halklar/insanlar peynirsiz mi kalmıştı?
3-Erhan Bey, “Manastır bir işe yarardı gibi geliyor bana. El yazması eserlerin elden ele dolaştığı, düşünce geliştirilip kayda geçirilen bir toplum. Kent kurabilen, onun kıymetini anlayabilen, köy medeniyeti diye bir şeyin hiç olmadığını görebilen.” diyor yazısında. Ben de diyorum ki, Çerkesler müslüman olmadan önce hristiyandı, Manastırları ve din adamları vardı.
Ayrıca yanı başlarında Ceneviz ve Yunan kolonileri vardı. Çerkesler buna rağmen el yazması eserler bırakmak, köy medeniyeti, site tarzı kentleşme bir yana okur-yazarlığın kurumsallaştırılmasına bile girişmemişlerdi. Onun için “ Bir alfabeye kavuşmak için Lenin'in devrim yapması gerekiyormuş meğer. Bizim düşündüğümüz ve becerdiğimiz bir şey değil. “ demekte arkadaşınız.
Yine de haksızlık yapmamak gerek Hristiyanlığına. Zira, “Şogenler” örneğinde olduğu gibi bazı ailelerin sınıf atlamasına vesile olmuştur Hristiyanlık. Selahaddin Şekercan “Maraşlıdan Çerkes Öyküleri” adlı kitabında Uzunyaylada çokça Şogen adlı aile olduğunu ve fakat aralarında akrabalık bağı bulunmadığını, Hristiyan papazlarına verilen bir isim olduğunu söyler.
4-Çerkeslerin insanlığa katkılarını anlatmak için onca Avrupa ülkesiyle kıyaslamak yerine “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eserde anlatılanlarla kıyaslamanız yeterde artardı. Bugün Dünyaya örnek gösterilen eğitim sistemine sahip, medeni, refah seviyesi yüksek ülkenin, Rus işgali altındayken temellerinin nasıl atıldığını görürdünüz. Mesela Çerkes toplumu yiğitliğin ve cesaretin ölçüsü olarak hangi kavramı kullanıyor. Başka köylere ve diyarlara baskın düzenleyip yağmalamayı. Kaçırdıkları çoluk çocuğu köle olarak satmayı. Beyaz Zambaklar Ülkesinde ise böyle şeyler kınanıyor. Okuma yazmanın yaygınlaştırılması için neler yapılması gerektiği anlatılıyor. Hem de Rus işgali altındayken oluyor bunlar.
Peki Çerkes çocukları arasında okullaşma ne zaman başlıyor. Savaş ve sürgün safhasında ailesini, ana ve babasını kaybeden çocukların Osmanlı askeri ve yatılı meslek okullarına da alınmasıyla. Çerkeslerin makam mevkii kazanmalarının, toplum içinde temayüz etmelerinin temeli öyle atılmış oluyor.
Saraydaki Çerkes cariyeler vasıtasıyla belirli yerlere gelen istisnaları saymazsak asıl kitle bu şekilde yetişiyor.
“14. 15. 16. 17. 18. 19. yüzyılda Çerkesler devlet, hatta devletler sahibiydiler, hatta cumhuriyetlere sahiptiler ama bu yapılar Yeni Çağ ve Yakın Çağ dediğimiz modern çağların devletleri gibi değildi, Orta Çağ düzeyinde kalmıştı mecburen…” diyorsunuz. Diğer yüzyılları bir kenara koyalım. 19’uncu yüzyıldaki Çerkes devletinin Milli Eğitim bakanı kimdir. Söyler misiniz? Kaldı ki, nasıl oluyor da 19’uncu yüzyıl Çerkes devleti yakın çağ dediğiniz modern çağın devletleri gibi olmuyor. Hadi 14’üncü yüzyıl devletlerinin 19’uncu yüzyıl devletleri gibi olmaması doğal da, yakın çağ devletinin yine yakın çağ devleti gibi olamaması demek.
“Çerkesya Yeni Çağ teknolojisini askeri olarak elde edebilseydi, savaş Rus çarlığının yıkılışına kadar devam ederdi şüphesiz. O sürece kadar da Çerkesya'da askeri idare ve sivil meclis bazlı bir devlet yapısı kurulmuş olurdu. Alfabe de okullarda olurdu, şehirler de olurdu en başta Anapa, Gelencik, Tsemez ve hatta Soçi fiyakalı şehirler olurdu. Rus-Çerkes savaşları sürecinde bölgesel feodalizmler zaten bitmişti, illaki bir devlet kurulurdu” diyorsunuz. Eee…! hani bizim 19’uncu yüzyılda devletimiz vardı. Cumhuriyetlere sahiptik. Tarihi eğip bükebilirsiniz ancak gerçekleri değiştiremezsiniz. 19’uncu yüzyılın hemen başında Fransız Ordusu Rus ordusunu ağır yenilgiye uğratmıştır. Nerdeyse ordu yok olmuştur. Yaklaşık 10 yıl Rusya felakete uğramıştır. Napolyon’nun Rusya içlerinde lolistik destekten mahrum şekilde yayılması Rusyayı yok olmaktan kurtarmıştır. Rusya böylesine ağır yaralıyken bile Çerkesler ne yapmıştır. Hangi Çerkes kabileleri o sıralarda Ruslarla savaşmıştır? Hajret Kabardeyleri dışında hiçbiri. Üstelik sınıfsal baskıdan bunalan 10 bin Kabardey Ruslara sığınmıştır.
Yakov Gordin Batı Çerkesya'da asıl çatışmaların 1850 yılında başladığını yazar. Daha önceki ufak çaplı çatışmalardan yola çıkarak başa gelecekleri öngörememenin sebebi 19.YY. Çerkesya Cumhuriyetinin savunma bakanı ya da genel kurmay başkanı olabilir mi?
“Kırım Savaşı'nda 1853-1856 arasında, Fransızlar yan çizdi ve Çerkesya'ya Kubana girmeyi reddederek İngilizlere de harekat yaptırmadılar” diyorsunuz. Yakov Gordin “Kafkas Atlantisi” adlı eserinde Çerkeslerin Kırım savaşında asker desteği vermemesinin Fransızlar üzerinde menfi etkisi olduğu yazar. Ayrıca yazar İngilizlerin Çerkesya kıyılarında kale inşa etme planının Çerkeslerce kabul edilmediğini de belirtir. Sırf bu hususlar üzerine bile sayfalarca makale yazılabilir.
Yazınız bana Ahmet Davutoğlu’nun stratejik derinlik kitabını anımsattı. Adamcağızı kitap yazdığına pişman ettiler. Hatta Stratejik Sığlık denilir olmuştu. Bazı kesimler hocayı eleştirenlere denilmedik söz bırakmamışlardı. Günümüzde o stratejinin ülkenin başına ne belalar açtığını hep birlikte yaşayıp görüyoruz.
Her neyse işin tarih kısmını burada bırakıyor ve Hapae Erhan’ın yazısına dönüyorum.
Haklı olarak bana şöyle bir eleştiride bulunabilirsiniz. "Kardeşim madem Hapae Erhan'ı böyle savunuyorsun o halde neden yazısına iki defa eleştiri-yorum yazıp, kafamın tasını attırıyorsun"
Ben Hapae Erhan'ın mezkur yazıda ileri sürdüğü ana fikre aynen iştirak ediyorum. Fakat bu fikre ulaşmak için gösterdiği bazı örneklemelerde farklı düşünüyorum. Her ne kadar Türkiye'deki Çerkes nüfusu milyonlarla ifade ediliyor ise de Çerkesya Net vb sitelerin takipçileri bir kaç bini geçmiyor. Emek vererek yazılan yazıların okuyucu sayılarına bakınca bu açıkça görülüyor. Tabi onun da kaçı tekil bilmiyorum. Ben aynı yazıyı bir kaç kez okuyorum. Hatta arşiv yazılarına bile göz attığım oluyor. Çerkes sosyal medya sayfalarının takipçileri sayıca arzu edilen kadar olmasa da nitelik olarak belirli bir düzeyde oldukları kuşkusuz. Gerçi Hapae Erhan "Hapisanesi olmayan ülke Kafkasya' ya da 'Asaletin ve Nezaketin timsali Çerkesler’ türü siteler vardı- hala var mı bilmiyorum. Fesuphanallah. Hapishane işletmek kolay mı öyle?" diyerek söz konusu siteler hakkında zülfüyare dokunuyor ise de hiç işlevsiz olduklarını iddia etmek insafsızlık olur.
Birinci yazınızda selasını verdiğiniz Erhan Bey’e ait ana fikri, ikinci yazınızda toprağa verirsiniz artık.
Saygılarımla.
Emeğine yüreğine sağlık nurhan'cım.👏
09 Temmuz 2024 Salı Saat 00:26