





Çerkesler, 1950’li yıllardan itibaren çeşitli kültürel organizasyonlar aracılığıyla bir araya gelmeye ve dayanışma içinde olmaya çalıştılar. Bu yapılar çoğunlukla dernek, bazen de vakıf statüsünde faaliyet gösterdi. Başlangıçta “Çerkes” kimliği mayınlı bir alan gibi görüldüğünden, daha yumuşak bir ifade olan “Kafkas” ismi tercih edildi. Ancak 2010’lu yıllarda birçok dernek bu çekingenliği bir kenara bırakıp doğrudan “Çerkes” ismini kullanmaya başladı.
“Çerkes” isminin ne denli riskli veya sakıncalı görüldüğüne dair en çarpıcı örnek, 2003 yılında kurulan Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (KAFFED) tüzüğüdür. Görece yeni bir oluşum olmasına rağmen, KAFFED’in tüzüğünde “Çerkes” ya da “Adige” sözcükleri yer almaz. Federasyon, temsil ettiği kitleyi “Kafkaslı toplumu” olarak tanımlar. Ancak bu ifadenin ne bilimsel, ne tarihsel, ne de siyasi bir temeli vardır.
KAFFED’in tüzüğü, üyelerinin kültürel, sanatsal ve ekonomik gelişimini amaçlasa da siyasal konulara dair herhangi bir hedef içermez. Amacımız KAFFED’i eleştiri konusu haline getirmek değil; Çerkesleri temsil ettiğini iddia eden bir yapının resmi pozisyonunu örnekleyerek, siyasal sorunların çözümünde ne denli yetersiz kaldığını tartışmaya açmaktır.
Benzer şekilde, Çerkes Dernekleri Federasyonu’nun da tüzüğünde siyasal bir hedefe rastlanmaz. Siyasette yer alma iddiasıyla kurulan Çoğulcu Demokrasi Partisi, yasal zorunluluklar nedeniyle Çerkes kimliğine özgü bir tanım yapamamış, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hitap eden bir çerçevede kalmıştır.
Siyaset Kötü mü?
Şimdi temel sorunu ve muhtemel çözüm yollarını açık bir şekilde tartışalım.
Çerkes toplumunun, tıpkı diğer topluluklar gibi siyasal sorunları vardır. Bu sorunların çözümü, siyasal hedefleri olan örgütlü bir mücadeleyi gerektirir. Ne var ki birçok insan bu gerçeği görmezden gelmekte, siyasetle uğraşmaktan kaçınmakta ya da yalnızca iyi dileklerle haklarının tanınmasını beklemektedir. Bu yaklaşım, başta anadil hakkı olmak üzere birçok temel hakkımızdan gönüllü olarak vazgeçmek anlamına gelir.
Siyaset yapmak, çoğu kişi tarafından “bir partinin mensubu olmak” şeklinde dar bir çerçevede algılanmaktadır. Oysa anayasal ve demokratik düzen içinde siyasal hak mücadelesi çok daha kapsamlıdır. Bir partiye bağlı kalmadan, “Çerkes” kimliğiyle tanınmak, devletle ve ilgili tüm siyasal kurumlarla diyalog içinde olmak, her görüşten insanla ortaklaşabilmek anlamına gelir. Buna karşın bir siyasal partiye katılanların, o partinin programının dışındaki amaçlar için mücadele edebilmesi beklenemez.
Demokrasiler birey özgürlüğü açısından en gelişmiş rejimler olsa da, bireysel taleplerden çok örgütlü toplulukların dikkate alındığını unutmamak gerekir. Bu yüzden örgütlü siyasal yapılar, sorunlarına çözüm bulmada çok daha etkilidir.
Yıllar boyunca siyaset yapmaktan kaçındık, onu yanlış anladık, hatta çoğu zaman ayıpladık. Bu yüzden siyasal çalışmalar yürütecek yapılar kuramadık, bu bilinçle yetişmiş bireyler ortaya çıkaramadık. Oysa siyaset, toplumsal sorunlarımızı çözmek ve kolektif hedeflerimize ulaşmak için en önemli araçlardan biridir.
Kültür Dernekçiliği Yeterli mi?
Bu eksikliği sadece kültür dernekleriyle kapatabilir miyiz? Ne yazık ki hayır.
Seçim dönemlerinde adayların gelip sorunlarımızı dinlediği kültür dernekleri, siyasal mücadele yürütmek için yeterli potansiyele sahip değildir. Hatta bazı derneklerde bir parti adayının ziyareti bile gerginlik yaratmakta, üyeler arasında ayrışmalara neden olmaktadır. Bu noktada siyasetçilere nasıl yaklaşacağımız konusunda bile ortak bir duruş geliştirebilmiş değiliz.
Oysa siyaset, sadece adaylarla fotoğraf çektirmek değildir. Dünya ve ülke gündemini takip etmeyi, haklarımızın yasal ve uluslararası boyutlarını bilmeyi, siyasal kurumlara ve örgütlü yapıya hâkim olmayı gerektirir. Bugün kültür derneklerinde siyasal haklara dair bilgilendirici etkinlikler düzenlenmesi nadirdir. Aynı şekilde siyasal mücadele yürütecek komisyonlar ya da ekiplerin oluşturulması da alışıldık bir durum değildir.
Bu eleştirilerimiz, kültür dernekçiliğini değersizleştirmek için değil. Aksine, kültür dernekleri üyelerin birbirini tanıması, dayanışma içinde olmaları ve aidiyet duygusunun gelişimi açısından çok değerlidir. Ancak siyasal sorunlarımızın çözümünde yetersiz kaldıkları da bir gerçektir.
Siyasal kurumlarla iletişim kurmak gerektiğinde, bu derneklerden kapasitelerinin çok üzerinde beklentiler içine giriyoruz. Sorunlar ya gayri resmi görüşmelerle çözülüyor ya da belirsiz bir zamana erteleniyor.
Mevcut kültür derneklerini ya da federasyonlarını değiştirmeye ve siyasal bir yapıya dönüştürmeye çalışmak da istenen sonucu vermeyebilir. Bu nedenle kültür dernekçiliğini ve siyasal örgütlenmeleri ayrı kategorilerde ele almak gerekir. Kültür dernekleri amaçlarına uygun olarak etkinlikler, halüj geceleri, kahvaltı sohbetleri düzenlemeye devam etmeli. Bunlara da ihtiyaç var. Ancak siyasal konulardaki yetersizlikleri nedeniyle hayıflanmak doğru değil. Bizim kültür derneklerine siyasal misyonlar yüklememiz de doğru değil.
Siyasal mücadeleyi yürütmek için hukuk, iletişim, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda bilgi sahibi kişilere ihtiyaç vardır. Ancak her şeyden önce, siyaseti bir “inanç ve iddia” meselesi olarak gören bireylere ihtiyaç vardır. Bu bakımdan kültür derneklerini kendi alanlarında bırakıp siyasal mücadele yürütecek olan örgütlerin, think tank denilen düşünce kuruluşlarının, araştırma merkezlerinin kurulmasına odaklanmalıyız. Akademiyle de işbirliği geliştirip Çerkeslerin siyasal sorunlarına yönelik lisansüstü eğitim programlarının oluşturulmasını, bu alanda konuşacak, üretecek bireyler yetişmesine zemin hazırlamalıyız.
Peki bizi siyasal örgütlenmeden alıkoyan nedir?
İlk akla gelen neden, siyasetin kötü ve kirli bir alan olduğuna dair yerleşik inançtır. Elbette siyaset, farklı düşünceleri ve çıkarları temsil eden insanların çetin müzakereler yürüttüğü bir alandır. Ancak bu çatışma ve tartışma zemini, aynı zamanda büyük bir fırsattır. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde farklı bir fikir beyan etmek bile yasakken, demokratik bir zeminde fikir ve çıkarları temsil edebilmek kıymetlidir.
Bir zamanlar Mısır’ı yöneten Çerkeslerin torunları, bugün orada Çerkes kimliğiyle varlık gösterememektedir. Bu örnek bize, siyasal özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu hatırlatmalıdır. Suriye’de yeni yönetim tüm kesimlerle diyalog kurmaya hazırken, Çerkesler siyasetten uzak durmayı ve bu değerli sürecin dışında kalmayı tercih etmektedir. Türkiye’de ise anayasal haklar sürekli olarak tartışılırken, Çerkesler bu tartışmaların herhangi bir yerinde aktif olarak yer alamamaktadır. Bunun temel nedeni, siyasal örgütlenme eksikliğidir.
Bazı bireylerin kişisel çevresi aracılığıyla ulaştıkları siyasetçilerin bizi dinlemesi ya da onlarla fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşmak yeterli değildir. Önemli olan, Çerkeslerin hak ve menfaatlerini gözeten somut yasal düzenlemelerin hayata geçmesini sağlamaktır. Bu mücadele sadece Türkiye’yle sınırlı da değildir. Uluslararası aktörlerle ya da Rusya gibi devletlerle siyasal ilişkiler kurulması gerektiğinde, kültür dernekçiliğiyle bu hedeflere ulaşmak mümkün değildir.
Örnek vermek gerekirse tümüyle siyasal bir konuda ilgili devletin yetkilisi ya da temsilcisi ile dialog kurup resmi müracaatlar yapmak yerine siyasal taleplerimizi sosyal medya mecralarında sadece takipçi kitlemize duyuruyorsak ve bu yöntemle siyasal iradenin bizi dikkate almasını bekliyorsak siyaset, devlet, hukuk, anayasa, yasama, hak arama hürriyeti gibi konularda öğrenmemiz gereken daha çok şey var demektir. Bu nedenle kültür dernekleri ile siyasal sorunların çözümüne katkı sağlayamayız. Bir an evvel amaçlarını netleştirmiş, stratejisini ve yöntemlerini oluşturmuş politik örgütlere acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak bu sayede devlet düzeyinde gerektiği gibi ciddiye alınabiliriz ve siyasal sorunlarımızın çözümünde devletin desteğini alabiliriz. Oyunu kurallarına göre oynamayan kişiyi, kimse ciddiye almaz.


Ben şahsen yaşantımızın her alanında dernek ,parti ,spor,gazete,dergi, spor takımlarımız ,ihracat ithalat şirketlerimiz olsun gastronomik yüzlerimiz,mutfak ve yemek kültürümüzü tanıtsın.
Ancak;;;;birbirimizi kıskanmadan çekememezlik yapmadan yıkıcı olmadan beğendiklerimizi takdir edelim.
Gölgedeki Fısıltılar; Cesaretin Eleştiriye Dönüşümü
İnsan doğasının karmaşık bir yönü, kendi eksikliklerimizle yüzleşmek yerine başkalarının kusurlarına odaklanma eğilimidir. Özellikle cesaret gibi hayati bir erdem söz konusu olduğunda, bu durum daha belirgin bir hal alır. Kendi içlerinde eyleme geçme, risk alma veya farklı olana sahip çıkma cesaretini bulamayan bireyler, sıklıkla bu erdemi sergileyenleri eleştirerek bir tür rahatlama veya üstünlük kurma çabasına girerler. Bu durum, hem eleştirilen kişi üzerinde yıpratıcı bir etki yaratır hem de eleştirenin kendi gelişimini engeller.
Cesaretsizliğin eleştiriye dönüşmesinin temelinde yatan psikolojik mekanizmalardan biri kıskançlıktır. Cesur davranışlar sergileyen insanlar, eleştirenin arzu ettiği ancak sahip olamadığı bir niteliği somutlaştırırlar. Bu durum, içsel bir rahatsızlık ve yetersizlik hissi yaratır. Bu rahatsızlığı gidermenin bir yolu olarak, eleştiren kişi, cesur davranışın kendisini veya sonuçlarını küçümseyerek, kendi konumunu zihinsel olarak yükseltmeye çalışır. "Başarısız olacaklar," "Bu kadar abartmaya gerek yok" veya Bir şey başaramazlar" gibi ifadeler, bu savunma mekanizmasının tipik örnekleridir.
Bir diğer önemli faktör ise kendi korkularıyla yüzleşmekten kaçınma arzusudur. Cesaret gerektiren bir eylemi eleştirmek, eleştirenin o eylemin potansiyel riskleri ve zorlukları üzerine odaklanmasına olanak tanır. Bu, kendi içindeki "yapamam" veya "ya başarısız olursam" gibi kaygıları dışa yansıtarak, kendi eylemsizliğini meşrulaştırma çabasıdır. Eleştiri, bir nevi "ben haklıydım, risk almaya değmezdi" deme biçimidir.
Ancak bu tür bir eleştiri, genellikle yapıcı olmaktan uzaktır. Amaç, bir hatayı düzeltmek veya daha iyi bir sonuca ulaşmak değil, cesareti gösteren kişiyi yıpratmak ve kendi eksikliğini örtbas etmektir. Bu durum, toplumsal ilerleme ve yenilikçilik açısından da olumsuz sonuçlar doğurur. Farklı düşünen, risk alan ve yeni yollar deneyen insanlar eleştirildikçe, cesaret gösterme motivasyonu azalır ve statüko korunmaya çalışılır.
Sonuç olarak, cesareti olmayanların cesaret gösterenleri eleştirmesi, temelde bir savunma mekanizması ve içsel bir huzursuzluğun dışa vurumudur. Bu tür eleştirilere karşı bilinçli olmak, eleştirenin motivasyonunu anlamaya çalışmak ve kendi cesaretimizi kırmasına izin vermemek önemlidir. Unutulmamalıdır ki, gerçek ilerleme ve gelişim, eleştiri oklarından çekinmeden kendi yolunda ilerleyen cesur bireyler sayesinde mümkün olur. Gölgedeki fısıltılar ise, ancak cesaret ışığıyla aydınlandığında anlamını yitirir..
Bu bağlamda tüm gölgedeki fısıltılara inat Çerkesyanın bağımsızlığı için en doğru ve korkusuz adımları atan
@UnitedCircassia
Birleşik Çerkesya Konseyi, üyeleri ve tüm destekçilerine gösterdikleri cesaret için teşekkürü borç bilirim.
Soylediklerinizde haklısınız ancak ,nedenler hususuna gelirsek size katılamıyorum. Politik dusunmememizin nedeni aşırı temkinlilik sonucu oluşan Rusya'dan korkmak gibime geliyor. Selamlar.
12 Nisan 2025 Cumartesi Saat 23:57