





Kendi kimliğimizi korumak ve bazılarımız için bulmak adına farkındalığımızın ve enerjimizin en yüksek olduğu günlerdeyiz. Farklı boylardan ve düşüncelerden herkes sosyal medyanın birleştirici ve yakınlaştırıcı etkisi ile şimdiye dek hiç gerçekleşememiş bir söylem kalabalığı oluşturuyor. Ne mutlu ki “Benim de söyleyeceklerim var!” diyen herkesin kendine göre bir platform bulabileceği bir zenginlik var artık…
Bireyci yaklaşımların terk edilerek toplumsal hareket tarzını benimseme hususunda emeklemeye başlamamız bile Çerkesya’ nın geleceği adına sevindirici bir gelişmedir. Çünkü insanlık tarihine bakıldığında “birey” özgürlüğünü kazanırken kendine ve içinde bulunduğu topluma güvenini yitirmiş, sonsuz arayışının bir sonucu olarak toplumsallıktan uzaklaşmıştır. Özgürlüğün verdiği nimetler, bireyi sorumluluklarından da uzaklaştırmıştır.
Şimdilerde modern insan, büyük düş kırıklıkları içinde yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. Öncelikle geçmişten miras kalan tüm “masumiyetini” yavaş yavaş yitiriyor. Dünya; ekonomik, toplumsal, siyasal, dinsel anlamlardaki bağlılıklarını hiçe sayarak yükselen, bireyciliği putlaştıran ve her anlamda yalnızlaşmış insanlarla dolup taşıyor. Var olan tüm eğitim sistemleri çocukları gittikçe yalnızlaşacakları bir geleceğe hazırlıyor. Modern dünyanın tanrılaştırdığı, sınırsız doyum ilkesiyle canavarlaşan tüketim ve teknoloji toplumlarının kurbanı olan çocuk etkeni birçok tehlike ile karşı karşıya. Diasporada kendi dilinden ve kimliğinden uzak kurum ve kişilerle eğitim – öğretimini devam ettirmiş ve ettirecek olan çocuklarımızın bugünü ve geleceği belki de düşünülmesi gereken önemli konulardan biri olagelmektedir.
İçinde bulunduğumuz çağı, sorumluluk üstlenmenin giderek mutsuzluğun kaynağı olarak algılandığı ve masumiyetin giderek yitirildiği şeklinde pesimist bir yaklaşımla vurgularken, bilim ve teknolojinin “fiber ve hiper” imkanlarının olumlu etkilerini de yadsıyamayız tabi ki. Evrende dolaşan, transfer edilen sonsuz bilgi yüzyıllardır başarılmaya çalışılan şeyi bu çağda mümkün kılmaktadır. Ancak bilgiye ulaşma konusunda çekilen zahmet azaldıkça yeni neslin bilgiye verdiği değer de aynı oranda azalmaktadır. Bu durum yeni nesiller arasında kendi geçmişlerini, etnik kökenlerini, milliyetlerini tanımak ve araştırmak yerine, kendilerine hep daha fazlasını sunacağını bildikleri “gelecek” odaklı bir mantığın oluşmasına neden olmaktadır.
Literatürde “çocuk” olarak tanımlanan 18 yaşına kadar olan tüm bireylerde, artık oldukça benzer özellikler gelişmektedir. Teknolojinin kendilerine bağladığı sanal damarlardan gelen sanal kanla beslenmekteler. Araştırmalar artık çocuklarımızın tepkilerinin, algılarının, fiziksel görünümlerinin ve hatta beyin kıvrımlarının yıllar öncesine göre farklı olduğunu ortaya koyuyor. Her nesil bir öncekinden daha farklı duyarlılıklar ediniyor. Yeni neslin, şimdilerde anne ve babalarının Çerkes olma duyarlılıkları ile pek de ilgili oldukları söylenemez. İçinde bulundukları medya cenderesinde nereye tutunacaklarını bilemeden kimlik edinmeye çalışıyorlar. Kültürlerini, değerlerini, inançlarını tüm psikososyal ve psikomotor özelliklerini dolaylı olarak değiştiren ve yöneten güçlere karşı oldukça savunmasızlar. Özellikle Türkiye’de geliştirilmiş, Avrupa, Amerika ve Avustralya’dan ithal edilmiş, okullar arası farklılıklar gösteren eğitim yaklaşımlarıyla çocuklarımız gelecekte birbirini anlamakta zorluk çekecek nesillere dönüşmekteler. Bu bağlamda bizim çocuklarımızın gelecek algısına nasıl yön verebileceğimiz konusu oldukça önem kazanmaktadır.
Öncelikle Çerkes toplumunda eskiden beri süregelen eğitim yaklaşımını hatırlamak gerekiyor. Eskiden ailede ve bir araya gelinen tüm cemiyetlerde tecrübeli büyüklerin çocukları her konuda eğitmesi önemli bir görevdi. Gurur duyulacak bir konudur ki, dinsel kurallara ve yaşanılan toplumdaki farklı eğilimlere rağmen Çerkesler kendilerine özgü eğitim sistemlerini geliştirmişlerdir. Bu durum, eğitimciler arasında yaygın olan kültürün öncelikle aileden alındığı, okul kültürü ve eğitimle pekiştiği düşüncesini desteklemektedir. Ancak yaşadığımız yüzyılın nesillerini bir de kendi toplumumuz açısından değerlendirmemiz yerinde olacaktır. Çocuklarımıza “xabze” diye adlandırdığımız ve bizi diğer toplumlardan ayıran, ayrıştıran ritüellerden ne kadar söz ediyoruz ya da model oluyoruz? Sosyal yaşamımızın her alanında ve anında belirlenmiş ve uygulanmış bize özel davranışları ne kadar anlatabiliyoruz? Tabi ki biz büyüklerin bugün atmış olduğu her adım onların takip edecekleri adımlardır. Peki bizler ne kadar derin izler bırakarak yol alıyoruz?
Masumiyetin yitirilmesi ifadesinin birkaç kez vurgulandığı bu yazı aslında Çerkes ebeveynlere bir serzeniş içermektedir. Çocuklarımızın maruz kaldığı özellikle yaşadığımız çağda en üst noktalara ulaşan kültürel yozlaşma, anne ve babalarının Çerkes kimliği ile ilgili taşıdıkları endişe sıralamasında ilk sırada yer almalıdır. Özellikle, 70’li, 80’li ve 90’lı yıllar; Türkiye’de yaşayan Çerkes aileler için ekonomik ve sosyal koşulların sunduğu değişken fırsatları yakalamak ve çocuklarının yaşadıkları ülkede bir kariyer elde etmeleri için çok çaba gösterdikleri yıllar olmuştur. Köylerdeki yaşamın kentlere taşınması Çerkesler için kültür erozyonunun kaçınılmaz olarak başlayacağı bir diğer “göç” hikâyesinin başlangıcı olmuştur. Bu süreçte birçok Çerkes genci parasal sistemin sunduğu göz alıcı imkânlarla asimilasyonun en acı sonuçlarını ortaya koymuş ve bu süreçten itibaren yetiştirdikleri çocuklardaki davranışsal ve duygusal farklılıkları gözden kaçırmışlardır. Elbette ki bu salt bir eleştiri değildir. Her şeyin o yıllara göre artık çok hızlı tüketildiği ve değiştiği günümüzdeki durumun nasıl olabileceğini açıklayan bir değerlendirmedir.
Bizim çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu bir başka açıdan daha ele alalım. Alman Psikoterapist Bert Hellinger’e (*) göre; nesiller öncesinde aile üyelerinin yaşadığı travmalar bir anlamda kader olarak bizlere atalarımızdan miras kalmaktadır. Aile içinde zamanında çözülememiş her engelleme, bir sonraki kuşak tarafından bilinçsizce üstlenilmektedir. Geçmiş yaşanmış ve bitmiş olsa da, geçmişin travmatik etkileri, kişinin şu anda yaşadıklarında belirleyici rol oynamaktadır. Geçmişte yaşanan tüm bu travmalar "morfojenetik bir alanda kaydedilip", ailenin sahip olduğu kolektif vicdan gereği bilinçdışı bir şekilde yeni nesiller tarafından üstlenilerek ağır bedelleri çok uzun yıllar sonra bile ödenebilmektedir. Yani genlerimiz yoluyla yaşadığımız acıları da bir sonraki nesillere aktarabilmekteyiz. Bu yaklaşım bağlamında bizler ve çocuklarımız bilinçaltlarımızda aslında atalarımızın hissettiği acıları duyumsuyor ve yaşatıyoruz.
Belki de anne babaların üst bilişsel ve gelecek odaklı fikirler oluştururken bu araştırmaların nedenlerine ve sonuçlarına bakmalarında yarar var. Zira bu teori toplumlardaki kültürel yozlaşmanın fark edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Çerkes toplumunda da hissedilir bir biçimde elimizden kayıp giden değerleri düşündüğümüzde bizim de köklerimize dönüp bir bilinçaltı araştırması yapmamız gerektiği aşikardır.
Çerkeslerin oluşturduğu toplumsal kurallar günümüze dek Çerkesliğimizi korumamızı sağlayan en önemli unsur olmuştur. Bu değerler diasporada sürdürülen yaşam içerisinde diğer kültürlerin arasında kaybolmamamızı sağlamış, bugün gelecek adına idealler oluşturmamıza vesile olmuştur. Elbette ki bir çok toplumsal kural, yaşanılan coğrafyanın imkânlarına, modern dünyanın ihtiyaçlarına göre bazı değişiklikler göstermiştir. Ancak toplumsal davranış biçimimizin temel taşları bizleri ayakta tutmuştur. Ancak şimdilerde yeni neslin “trend”leri arasında yer alan en önemli şeyin ne yazık ki kuralsızlık olduğu kabul edilmesi gereken bir gerçekliktir.
Eskiden Çerkes aileler çocuklarını ait oldukları kültürün tüm gereklilikleriyle donatabilmekte ve özellikle anadillerinde bağlamdan uzaklaşmadan mesajlar verebilmektelerdi. Öz yurtlarından getirdikleri ne varsa paylaşıp, çoğaltma, sağaltma fırsatları vardı.
Ancak, anadilimizle ilgili okullaşma düzeyinde haklar elde ettiğimizde şimdilerde biz yetişkinlerin sahip olduğu hayalleri çocuklarımıza ne kadar aktarabileceğimizi “masumiyetimizi” ne kadar koruyabileceğimizi tüm samimiyetimizle düşünmemiz gerekiyor. Aksi takdirde bugünkü çabalar sadece suya yazılan yazılardan ibaret olacaktır.
(*) Bert Hellinger Batı toplumunun sanayileşip makineleştikçe kendi özünden uzaklaşıp, kutsal ailevi değerlerini yitirdiğini anlamış ve 70'li yılların ortalarında Almanya’da, literatürdeki adıyla “Sistematik Aile Terapisini” kurmuş ve “Aile Dizimlemesi” çalışmasını başlatmıştır.


Kendi çapım çevrem ne tutar bilmiyorum ama kendimce kabullenmediğim şeyler olsada ben devamını bekliyorum.
Cherkessia.net'e yeni ve aslında açılması gereken bir kulvar açtınız bence.Açılması ve tartışılması gereken en temel sorun burda sanki.Kimdik kim olduk ve nasıl geldik buralara.
Bu kimlik sorgusunu yapmak yada bu tartışmayı açmakta çok geç kaldık bence.Kendi dinamiklerini kaybetmiş bir kimlikle ne kadar doğru kararlar verilebilir ki? Eleştirdiğim çok şey var aslında ama teşekkürler. 2 ne zaman:)
Selamlar
Selda Hanım, cherkessia.net ailesine hoş geldiniz.
Sizi aramızda görmek bizi çok mutlu etti. Yazılarınızı ilgi ile takip edeceğiz.
Başarılar dilerim.
Cherkessia.net’te ilk yazisini yazan bir Adige (Cerkes)’ye, hele de bir bayana bu sekilde saldirilmasi normal degil. Xabze bu degil, Cerkeslik bu degil. Ille de saldiracaksaniz, kidemli yazarlara yonelin ya da birakin da bu yazarin diger yazilarini bekleyin. Ama yok, olmaz! Niye? Cunku sizin amaciniz uzum yemek degil, bagciyi dovmek.
Sizi bu yazinin altina yorum yapmaya zorlayan saik, Cherkessia.net’in genisleyip buyumesi. O panikle suursuzca saldiriyor, icinizdeki kini-nefreti buraya kusuyorsunuz. Bosa cabalamayin. Cunku siz istiyorsunuz diye nehir bayir yukari akmayacak. Oyle bir sey mumkun olsaydi bugun basiniza havadan kemik yagiyor olurdu…