Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Сокъур Selda
Yitirilen Masumiyet -2
21 Ağustos 2011 Pazar Saat 01:00

Kültürel yozlaşmanın tüm dünya milletlerinin karşı karşıya kaldıkları  bir nokta olduğu ana vurgusunu taşıyan ilk yazıyı, yine aynı  eksende ve kültürel yozlaşmanın en belirgin şekilde gözlenebileceği çocuk unsurunun anne-babayı mı, yaşadığı toplumda seçtiği kişileri mi yoksa medya kahramanlarını mı örnek alacağı konusundaki kafa karışıklığı ekseninde devam ettirmeyi yararlı buluyorum.

İlk yazının akademik yönü ile ilgili geri bildirimler, yaşamlarımızı gündelik deneyimlerimizin yanında psikolojik ve sosyolojik açıdan da değerlendirmemizin önemini vurgular nitelikteydi. Bilinçaltı ve bilinçdışı yüzeysel izlenimciliğimizi, kendi tekâmül sürecimizi izlemekle yer değiştirmemizin vaktidir artık…

21. yüzyılda eğitimde inovatif birçok yaklaşım geliştirilirken, dünya milletleri ve kültürler de bu değişimden olumlu ya da olumsuz etkileniyorken biz Çerkeslerin meseleyi daha küresel ve realist değerlendirme bilinci oluşturmaları en elzem beklentidir. Elbette ki bu tür sorunlara dikkat çeken yazılara,  eğitimcilerden bir “Çocuk Yetiştirme Kılavuzu” hazırlamaları beklentisiyle yaklaşmak son derece kolaycı bir bakış açısıdır. Kim olduğunu, nereden geldiğini bilen en önemlisi önemseyen ve şu anda yaşadığı toplumu biraz da olsa gözlemleyebilen herkes bu konuda sorumludur.

Ancak ne yazık ki son zamanlardaki gelişmelerle ortaya çıkan beyin fırtınası ortamı bizi çok farklı kişiliklerle tanıştırıyor. Yozlaşmayı tüm hücrelerine kadar gerçekleştirmiş, yalnızca eleştirmeye yarayan travmatik kişilikleri ile maalesef gittikçe de sayıları artan kişiler sözünü ettiklerimiz. Tüm dünya küresel anlamda ve göz ardı edilemeyecek kadar güçlü olan bazı “güç” lerin zaten çelişki demek olan çocukluğun kültürel temelini bozmaya çalıştığı gerçeğiyle kendi dinamikleri çerçevesinde mücadele ederken, bizler yalnızca oturduğumuz yerden olanları izliyoruz, eleştiriyoruz ve bu kişilerin asimilasyona nasıl hizmet ettiklerine şahit oluyoruz. Her aile kendi inançları, sosyo-ekonomik imkânları, kültürel gelişmişlik düzeyi, istek ve kararlılığı doğrultusunda önlemler almalıdır. Daha çok okuyarak, gözlemleyerek ve kim olduğunu hiç olmadığı kadar duyumsayarak tabi ki. Çocukluğumda okul sıralarında her ant içildiğinde kimliğimi sorguladığımı hatırlıyorum. Elbette bu ikilem gibi görünen ama şimdilerde aslında kim olduğum ve neler yapabileceğim konusunda ailem sayesinde kazandırılmış son derece değerli bir duygusal sorgulamaydı.

Ailelerimiz ve aile çevremizde edindiğimiz roller gereği mutlak bir bağı paylaşırız. Bu da “Kolektif Vicdan”dır.  Kişisel vicdanımız acımasız ve ilkel olma hakkına sahiptir ancak kolektif davranışlarımız farklı bir sisteme hizmet eder. İşte bu noktada kişisel hırs ve beklentilerimizden sıyrılarak ama illa ki her geçen gün kendimizi biraz daha geliştirerek çocuk vicdanlarına Çerkes atalarının taşıdığı kolektif vicdanı aşılamalı ve iyi birer özne model olmaya çalışmalıyız. Ana dilimizin çocuklara nasıl aktarılacağı en fazla üzerinde çalışmamız gereken bir model olma unsurudur. Bir dili kendi dinamikleri ve gereklilikleri ile kullanmaktan söz ediyorum. Gelecekte, gündelik konuşma dilinden ziyade; siyasette, sanatta özellikle de edebiyatta dilimizi ne kadar kullanabileceğimiz maalesef iç karartıcı bir meseledir. Dil yaşayan bir unsurdur ve ancak edebiyat kanalıyla beslenebilir. Bu konuda bizlere anayasal bir takım haklar verilmesi meşru düzeyde eğitim – öğretim ortamları oluşturmak adına son derece önemlidir tabi ki ancak bireysel çaba ve girişimlerimiz samimi boyutta olmadıkça o da gereken yarar sağlamayacaktır. Masallar, mitolojik hikâyeler, tekerlemeler, şarkılar; yazılı ya da sözlü aktarabileceğimiz her değer Çerkes kalma mücadelemizin, yeniden capcanlı bir millet olma umudumuzun çok önemli basamaklarıdır.

İyi bir model olup olmadığımızın irdelemesi, yaşam şekillerimizde birçok değişiklik yapmamız gerektiği sonucuna götürecektir bizleri. Dilin kullanımı ve öğretilmesinin yanı sıra, konuşurken, oturup kalkarken, iletişim kurarken, yemek yerken ve sayabileceğimiz pek çok rutinde hassasiyet göstermemiz son derece önemlidir. Maalesef toplumuzda, çocukların kendi iç dinamiklerinin onları başarıya götürmede birincil etken olduğu düşüncesi yaygındır ve bu mutlak bir yanılgıdır. Okul sıralarında, -yüzde yüz bir genelleme olmamakla- birlikte, öğrencilerin ailelerini yansıtan birer prototip oldukları tüm eğitimcilerin genel kanısıdır.

Aile merkezli yaşadığımız bu yıpranma ve eskime sorununun çapını yine toplumumuz oranında genişleterek Emil Michel Cioran’in “Çürümenin Kitabı” adlı kitabına atıfta bulunmayı yararlı buluyorum. Kitap bizlere fikirlerin nasıl ortaya çıktığı ve zamanla kişisel çıkarların nesneleri haline nasıl dönüştüğünü ve tarihsel süreç içinde bu durumun defalarca tekrarlandığını gözler önüne seriyor. Öteki fikirlerin ortaya çıkması ve birbirlerinin yerine geçmeye çalışmasının insanlarda güdüsel bir savaşa neden olduğunu vurgulayarak; birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz ettiğini, emin bir ses tonuyla "biz" dediğini, "diğerleri"ni andığını duyan insanın; bilinçaltında karşısındakini nasıl düşmana dönüştürmesinden söz eder. Yakışıksızca bir ideale tutunmanın “çürümenin” alameti olduğunu vurgular özetle. Bu kitap ilk yazıda vurguladığım yapılması gereken “bilinçaltı araştırmasına” açıklama yapan örnekler sunuyor bizlere. Bizler, yetişkinler kim olduğumuzu anlama,  ayrıştırma, birleşme, ötekileştirme gibi telaşlar yaşarken kimlere ışık tuttuğumuzu gözden kaçırıyoruz ve “fikirlerimiz ve ideallerimizle” aslında birbirimize içten içe işkence ediyoruz.

Bizim ve bugün çırpındığımız var olma telaşını aktaracağımız küçüklerimizin içindeki masumiyetin, saflığın, kendine münhasırlığın yitirilmemesi umuduyla başlayan sözler yine aynı temenniyle söylenmeye devam edecektir. Bu noktada kocaman sözcüklere, doktrinlere, kılavuzlara ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. Gerçeklere fikirsiz ve eylemsiz bir şekilde  sırtımız dönmek ya da küçümsemek bizi giderek daha da yalnızlaştıracaktır. Cioran’un şu sözlerine kulak verelim:

“Hakikatler… Artık onların yükünü çekmek istemiyoruz, ne de onlara kanmak veya suç ortağı olmak… Bir virgül için ölünen bir dünya düşlüyorum!”


Bu yazı toplam 5501 defa okundu.





Erol Yuksel

Son paragraf herşeyi gayet net olarak açıklamış aslında.

"Bizim ve bugün çırpındığımız var olma telaşını aktaracağımız küçüklerimizin içindeki masumiyetin, saflığın, kendine münhasırlığın yitirilmemesi umuduyla başlayan sözler yine aynı temenniyle söylenmeye devam edecektir. Bu noktada kocaman sözcüklere, doktrinlere, kılavuzlara ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. Gerçeklere fikirsiz ve eylemsiz bir şekilde sırtımız dönmek ya da küçümsemek bizi giderek daha da yalnızlaştıracaktır."

30 Ağustos 2011 Salı Saat 02:00
Ferit Özgür

Sayın Bırs Selda; Hakikatler… Artık onların yükünü çekmek istemiyoruz..... diye sonlandırmışsınız yazınız.

Sizi bilmiyorum, ama ben hakikatleri sonuna kadar bilmek ve hakikatlerin yükünü omuzlamak, hakikatleri bizim hakikatimiz haline getirmeye çalışmanın, Çerkesya mücadelesinde en önemli şeylerden biris olduğuna inanıyorum.

Günümüze kadar Hakikatlerden uzak bir dünyayı bize sunanları sırtımızdan atmalıyız ki hakikatleri sırtlanıp yolumuzu alabilelim.

30 Ağustos 2011 Salı Saat 00:36
ARGUN KARAÇAY

Bzer psesş (dil hayattır.) Hayatı ıskalamamak çocuklarımıza da ıskalatmamak dileklerimle,
Selamlar,

24 Ağustos 2011 Çarşamba Saat 10:23
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net