





Dünyanın en sert politikası, Ortadoğu coğrafyasında yaşandı, bundan sonra da yaşanacağa benziyor.
Politika karşılıklı olur, taraflar meselelere kendi gözlükleriyle bakarlar. Politikacıların öznel bakış açısı tabii ki kişiselden çok toplumsal/ ulusal/ dinsel/ düşünsel davranış özelliklerini sergilemek, uygulamak anlamına gelir.
Politika; yengi, yenilgi, pişmanlık, acı, sevinç ya istenen ya da istenmeyen sonuçlar ile bizlere gelir ve bizi geçte olsa kendimize getirir.
Son yıllarda politik çelişkiler bölgede, İsrail-Filistin, Yahudi-Arap çelişkisi kadar, Şii-Sünni, Batı-Doğu eksenli çelişkiler, acımasız savaşlarla perçinlendi.
İsrail, Lübnan, Suriye, İran, Irak, Türkiye ve çevre ülkeler her biri az çok bu karışıklık ve şiddet sarmalından payına düşeni aldı. Tabii bu şiddet sarmalından en çokta bölgede yaşayan -hangi köken, dini ve milli mensubiyete sahip olursa olsun- sivil masumlar zarar gördü.
Taraflar karşı tarafta zarar görenlerin acılı çığlıklarını duymasa hatta kulak tıkasa da, her iki, üç, dört taraftan da insanlar çok ağladı, çok ağıt yaktılar.
Keşke buralara gelmese işler diye içimizden geçiriyor olabiliriz. Fakat yaşam; tüm katılık, çelişki ve döngüleri ile devam ediyor. Yaşamın içinde ölümde var. Buz gibi gerçek… Diğer tarafta…
Allah kimseyi yalnız bırakmasın, keskin sirke küpüne zarar. Bu sadece birey olarak insanoğlu için geçerli değil, toplum, ulus, cemaat, etnik ve daha küçük tüm oluşumlar için de geçerlidir. Onun için kibirden Allaha sığınır, sakınırım.
Ortadoğu’nun en önemli politik figürü olan İsrail ve Yahudi toplumu da belli ki bunun farkına varmış. Bölgede yaşadığı izolasyonun bir kader olmadığı, bir seçim olduğunun farkına vardılar. Kendileri için doğru bir adım olduğu tartışılmaz.
Her ne kadar Arap ve İslam okyanusunda bir damla gibi göründüklerini ve bu gerçekle de barışmaları gerektiğinin henüz yeterince farkında değiller. Ne var ki aşağı yukarı bin beş yüz yıllık rekabet ve çatışma hırsı bir çırpıda geçilemiyor, travmalar kolayca atlatılamıyor.
Savaşan her iki taraf içinde zor ve aşılması gereken süreçler var. Her şeyden çok birbirlerini tanıma ve varlıklarına tahammül edebilme. Bu konuda her iki tarafta sınıfta kalmış gibi görünüyorsa da.
Hele! Arap ve İslam dünyası başlı başına bir facia. İsrail ve Yahudi ulusal varlığının kabul edilmemesi ne demek? Yanı başında bulunan akraba bir toplum Yahudiler. Yüzlerce yıldır beraber yaşamışsın yok etmeyi düşünmek nasıl hastalıklı bir ruh hali.
Toplumlar bazen gerçekleri geç algılayabiliyorlar. İsrail ve Yahudi toplumu yalnız bir konuda farkındalık geliştirmeyi başardı. Etraflarının hasım Arap toplulukları ile çevrili olduğu için diğer bölge halkları ile iletişime geçmelerinin mutlak bir gereklilik olduğunun farkına vardılar.
Son birkaç yıl içinde dikkat edin İsrail; Gürcistan, Azerbaycan, hatta çok uzak kalsa da Hindistan gibi ülkelerle, devletsiz olan halklardan Kürtler ve Dürziler ile ilişkiye geçtiler. Ve uluslararası arenada kendilerince verimli bağlar kurarak, başarılı adımlar attılar. Tabii Atlantik ötesindeki hamisi, büyük ağabeyi ile beraber.
Bütün bu olanları uzaktan izleyen ve ön görmeyen çok sayıda bölge aktörü var. Onlar da kaçırdıklarının ve kayıplarının farkına vardılar. Ve durumu nasıl lehimize çevirebiliriz? Sorusuna yanıt aramaya koyuldular.
Ya geç kalınmıştır, ya hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz. İyi de bir adım atacaksın.
Türkiye’de son aylarda herkesin gözlerini faltaşı gibi açıp, ‘ula ne oliyruk!’ diye şaşkınlıkla seyrettikleri ortada. Türk politik arenasının halatının iki ayrı ucunda bulunan aktörler olan Türk ve Kürt milliyetçiliği neden böylesi beklenmedik bir iletişim trafiğinin içine girsin? Değil mi?
Düşünün! Dokuzyüz yıllık Türk ve Kürt halkının dostluğu unutulmuş ve yerini başka ittifaklar almış. Bu halklar üstelik aynı inancı paylaşıyorlarken. Buna rağmen Kürtler’in gönlünü kimler çalıyor?
Sonucu ne olursa olsun ABD ve İsrail tarafının attıkları ön adım, satranç tahtasında gündemi ve geleceği belirleyecek adımlar olduğuna işaret.
Diğer tarafta kendi kendinin özne olduğunun dahi farkına varamayanlar var. Örnek geniş diasporası ile 8 milyon üzerinde bir nüfusa sahip Çerkesler içinde hala soykırımcı Rusya ile aynı saflarda mı yoksa karşı saflarda mı duracağının kararını verememiş figürler var.
Politika kendi özne ve ekseni üzerinden yürüten yapılarla güdülür. Uluslararası ilişkiler gayet makul ve mantıklı yürütüldükten sonra herkesle temas edilir. Kimse politik birimlere, rekabet içinde olsun olmasın çeşitli ülke ve devletler ile kurduğu temasları yargılayamaz, yadırgayamaz, mahkum edemez.
“Eh efendim savaşta olmasaydı da soykırımı tanısaydı!” gibi saçma argümanlar yaratılamaz. Yahu her ülke ve ulus kendi çıkarlarına bakacak. Senin çıkarların için mi politika yapacak? Onu sen ve senin gibiler ancak yapabilir ya da düşünebilir.
Fakat her toplumun içinden sorumluluk ve insiyatif almaktan korkan insanlar çıkar. Başkasının veya rekabet içinde olduklarının gözüyle sorunlara bakan ve sorunları büyütenler de. Bu aptallıklar karın ağrıtmaktan başka işe yaramaz.
Çerkes politikası hiçbir ülkenin tekelinde ve güdümünde değildir. Yeryüzünde yaşayan tüm Çerkesleri ve tarihi Çerkesya politik-coğrafyası temelinde bizzat kendilerince yürütülür. Çerkes halkının politikası kendi ulusal çıkarları ölçüsünde yapılır ve çözümleyici politikalar uygulanır.
İnsani, hukuki, meşru ve demokratik mücadele her toplum gibi Çerkesler için de gereklidir. Eninde sonunda Çerkesler ve iletişimde olması gereken devletler, politik yapılar olacaktır.
Kazan kazan prensibi gibi pek çok prensip, ittifakların kapısını aralayacaktır. Çünkü politik başarının en önemli olmazsa olmazı ittifaklardır.
İş ki politika da ön almak gereklidir. Bir şeyler yitip gittiğinde ahlayıp vahlanmak yerine, çözüm odaklı ve karşılıklılık esasıyla akıllı dostluklar kurmak gerekecektir.
Olmaz diye hiçbir şey yok. İlkeler eşliğinde dostluklar kurulur. Bunun için tarihi kazanım ve kayıpları iyice inceleyerek doğrular bulunur.
Sosyal medyada beylik laflar ve sloganlar ile politika olmaz. Sorunlarının ve belki de senin sen olduğunun bile farkında olmayanların savunusu ile ulusal politika kirletilmez. Başkalarının gündemi ve meselelerini savunarak, kendi meselelerinden uzaklaşamazsın. Korku ve sorumsuzluk ile doğru yolda yürüyemezsin. Komşu ve kardeş bir halkın savaşından önce kendine dönecek, kendi güvenlik ve özgürlüklerini garanti altına alacaksın. Tabii dostluklar ve ittifaklar kurarak.
300 milyonluk Arap, 2 milyar nüfuslu İslam dünyasını, minnak boyunla sen kurtaracak değilsin? Senden habersiz ve senin sorunlarına karşı tavrı bile belirsiz halkların özgürlüğünü düşünüp kendini neye layık görüyorsun? Her ulus kendi mücadelesini veriyor, senden başka.
Politika denklik ve karşılıklılık üzerine yürütülür. Başkalarının payandası, oyuncağı olmak değil, oyun kuruculardan biri olmak gerekir.
Eski argümanlar ile sadece küfür-kafir ile boş lakırdılarla zaman kaybedemezsin.
Seni kazanamayan da, kaybedecek, hiç ötesi/ berisi yok.
Düşünün koskoca ülkelerin Kafkasya masası diye anladıkları Azerbaycan-Ermenistan. Bu basit bir ihmal olabilir mi? Ya gösterilmek istenmeyenler var ya da yok hükmünde değerlendirenler. Bunun nasıl bir yanılgı olduğu ortaya çıkacaktır.
Düşünün 50 yıllık iktidarlar birkaç haftada çöküyor. Koskoca süper devlet, müttefikini bir anda terk ediyor. Öbür tarafta aynı kareye girmekten kaçınıp, birbirlerini can düşmanları olarak görenler tokalaşıyor görüşmeler yapıyorlar. Üstelik çıbanbaşı olarak gördükleri birine mapushane seferleri düzenliyorlar! Neyse konumuz Çerkesya ve Çerkesler.
Çerkesler, soykırım ve sürgün uygulamalarıyla vatanlarını kaybettikleri Rusya ile bile görüşecekler. Ne demek Ukrayna, Gürcistan, Polonya, Litvanya ile görüşmemek. Çerkes Soykırımının tanınması için gerekirse şeytanla bile görüşecekler, görüşmeliler. Politika böyle bir şey.
Akıllar başa alınacak, yeni çözümler, yeni yollar bulunacak. Bir yerlere varabilmek, bir şeyleri bulabilmek için arayış ve çaba gerekir. Yarış sadece rakiplerle değil, zamanla da!
Yazarak, dikkat çekiyoruz, bundan sonrası sahadaki operatörlerin işi.


Ukrayna Sovyetler döneminde 50 milyon üzeri nüfuslu önemli bir ülkeydi. Gelişmiş bir insan potansiyeli ve güçlü bir ekonomisi var. Bazılarının sandıklarının aksine çetin bir ceviz. Öncelikle bunu bilmek gerekir. Savaş ve komşu ülkelere geçici sığınma nedeniyle sayı şimdilik 50 milyondan 40 milyonun altına düştü. Bu şu demek: Ukrayna halen savaş deneyimi olan önemli bir ülke.
Böyle bir ülkenin Çerkes soykırımını tanımış olması dünya tarihi açısından büyük bir olay ve tarihi bir dönüm noktası. Ukraynalıların, Kazakların gelenekleri ile Adıgelerin gelenekleri birbirine benziyor. Bu da iyi komşuluk ilişkilerinden kaynaklanıyor.
Malta Şövalyeleri 1792'de Fransa'dan kovulunca Rus Çarının hizmetine girdiler.
Dini-askeri olan bu örgütlenmenin, askeri-dini tarikatin Ukrayna Zaporojiye kolu oluştu, şövalyeler Çar rejiminin emrinde Adıgelere (Çerkeslere) ve Şamil'e karşı yapılan savaşlara katıldılar. Bu gibi bazı üzücü olaylar nedeniyle özgür iradeden yoksun o zamanki sivil Ukrayna halkını sorumlu tutamayız.
Ukrayna gibi çok önemli bir Batılı ülkenin Adıge/Çerkes Soykırımını tanıması, dünya ülkelerine yapılmış ciddi bir adalet çağrısı niteliğindedir. Bugünkü Rusya, Çerkes ulusunu 1864 yılında imha eden ve ülkesinden kovan Çarlık Rusya'sının devamıdır. Rus liderler Çarlığın zulmünü ve Çerkes Soykırımını kabul etmiyor, yalanlar uyduruyorlar; 1945 yılına değin Rusya Federasyonu devlet yapısı içinde (Soçi ve Tuapse'de, öz yurdunda) yer almış olan Çerkes Şapsığ halkının haklarına ve özerkliğinne bile tahammül edememiş durumdalar. Bunlar kabul edilemez.
Dileğimiz diğer ülkelerin de adaleti çıkarcılığa kurban etmemeleri, Çerkeslere ve tüm halklara karşı işlenmiş cinayetleri kınamaları, Rusya'nın bir an önce adil bir barış yolunu seçerek Ukrayna ile sürdürdüğü savaşı durdurmasıdır. Bakalım Türkiye, İslam ülkeleri ve diğer ülkeler adalet yolundaki bu çağrıya nasıl bir yanıt verecekler?..