





Yıllar önce Uzunyayla'nın bir köyünden genç bir adam annesini muayeneye getirmişti. O zamanlar Uzunyayla'dan gelen tüm hastalarla Çerkesçe konuşur, onlar da Çerkesçe olarak cevap verirlerdi.
Bu çok olağan bir durumdu. Delikanlı güzel bir Çerkesçe konuşuyordu ama ben annesi ile konuşmaya başlayınca hayretle bana Türkçe cevap verdiğini gördüm. Bu duruma şaşırdığímı görünce ben çerkes değilim diye açıklama getirdi; kendileri yıllar önce köye çoban olarak gelmişler ve çocukları orada doğmuş orada büyümüş, onlarda diğer çocuklar gibi Çerkesçe konuşarak Çerkes kültürü ile yetişmişlerdi. Şimdi ise böyle durumlarda tam tersine anne ile Çerkesçe, çocukları ile Türkçe konuşmak durumundayız. Bunun yalnızca 30 sene kadar önce olduğunu düşünürsek bu durum kimlik erezyonunun ne kadar hızlı olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek oluşturmakta..
Anne baba veya köyden bir başka çerkes büyüğü ile Türkçe konuşulduğu hiç olmamıştır. Aynı şekilde onlar da gençler ve çocuklar ile hep Çerkesçe konuşurlar, zaten başka türlüsü akıllara bile gelmez. Tabiki şimdi burada 40 sene öncesinden söz ediyoruz ve 50 yaş üstü her çerkes için bu böyledir.
Çocuklar anne karnından itibaren Çerkesçe duymaya başlar. Daha sonra anne kucağında, odada, sokakta, hep Çerkesçe işitilir. Arada bir köye gelen satıcıdan, çobandan, sonrada öğretmenden, bir de radyodan farklı bir dil duymaya başlar ve Çerkesçe’den ayrı bir dil olduğununu o zaman öğrenir. Ama sonra çocuk okulda Çerkesçe yasağı ile karşılaşır ve buna çok şaşırır. Bazen gizli, bazen de açık buna isyan eder; anne karnından itibaren duyduğu, dedesi ile ninesi ile konuştuğu dili kim yasaklayabilirdi ki..Yasaklar sonraki yıllarda da başka şekillerde devam eder; Çerkesçe kaset, Çerkesçe dergi ve kitap bulundurmak suçtur..
Daha sonraları köylere elektriğin gelmesi ile birlikte televizyonlu yıllar başlar. Haşeş worşerleri azalır, şıpse uerıuate anlatılmaz olur. Çocuklar harimole, ğuerığuapşkue oynamayı bırakır. Artık televizyon seyretmek cegu yapmaya bile tercih edilir hale gelmiştir. Çerkesçe artık çok kuvvetli bir rakip ile karşı karşıyadır ve bunun karşısında adeta savunmasız kalmıştır. Bu dramatik bir gelişme olur. Bu durum şehirlere göç ile daha da derinleşir, üstelik sokakta kaybedilmiştir. Çerkesçe bu şekilde gittikçe işlevsiz olmaya başar, çerkesler bile Çerkesçe ne işimize yarıyor demeye başlamıştır.
Sonradan sonradan kısıtlamalar kalkar ama bir eşik aşılmış ve Çerkesçe artık kendi iç dinamikleri ile varlığını sürdürme olanağını kaybetmiştir. Daha kötüsü dilin sahibi kendi diline olan ilgisini kaybetmiş, onun işlevsiz ve dolayısyla gereksiz olduğu fikri bilinç altına iyiden iyice işlemeye başlanmıştır.
Çerkesçe’yi evde anne babası öğretsin derler ama işin kötüsü evlerde dili bilen kalmamıştır. İşin bu noktaya gelmesinde suçlu da bulunmuştur; Dili öğretmeyen, kendi dillerine önem vermeyen anneler, babalar, aileler..Yani tüm toplum. Dahası toplum da bunun böyle olduğuna inandırılır; sorumluluktan kurtulmak için kolay bir çıkış yolu..
Bir dil sadece evde öğretilerek yaşatılabilecekse, örneğin Türkçe veya Rusca’nın ilk okuldan başlayarak universitelere kadar haftada 7-8 ders mecburi olarak sıkı bir şekilde okutulmasının sebebi nedir peki? Buna bir cevap veremezler. Günümüzde Türkiye’de Çerkesçe bilenlerin hemen hemen tamamı bunu köylerin doğal ortamlarında öğrenmişlerdir ve bunda devletin şimdiye kadar hiç bir katkısı olmamıştır.
Bu aşamada " seçmeli " Çerkesçe dersleri devreye girer. Sanki seçmeli olarak dil öğrenilebilir ve korunabilirmiş gibi. Kaderde anadilini seçme tercihi ile karşı karşıya kalmak da varmış. Beklendiği gibi buna fazla ilgi olmaz. Suçluda bellidir; gene aile ve toplum tabi ki. Bazı farklılıklar olsa da son zamanlarda Çerkesçe’nin " seçmeli " statüsüne indirildiği Çerkesya’da da ( Xeku ) aynı süreç ve aynı dinamikler işler; Yasakla veya işlevsizleştir, değersizleştir, sonra da seçmelerini isteseniz bile o dilin sahipleri bile zaten " seçmeyeceklerdir ". Gerçekte devletler, her iki tarafta Çerkesçe’ye kör ve sağırdır; insanlığın en eski dillerinden birinin yitip gittiği görmezler, duymazlar..
Çözüm yolu ararken, geldiğimiz bu kritik kavşakta kıyasıya kendimizi suçlamadan önce Çerkesçe’nin Türkiye’de geçirdiği süreçleri bir hatırlamakta yarar var, özellikle gençler için..
Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, Çerkesçe bilmek kimliğin korunmasının tek başına garantisi değildir ama kaybedilmesi çok uzak olmayan bir gelecekte kimliği kaybetmenin bir garantisi gibidir. Bu, bütün diller ve kimlikler için de geçerlidir..
Özel bir teşekkür de, tüm bu olumsuz şartlara rağmen ailede çocuklarına Çerkesçe öğretmek için çabalayan anne babalara..

